ecotopianetwork

Kapitalistler suratımıza tükürür gibi bağırıyorlar : Satın almaktan asla vazgeçmeyen “çevreci tüketici” olun!

Kapitalistler suratımıza tükürür gibi bağırıyorlar; “şu sekiz kolay önlemi almadığınız için dünyamızın sonu geliyor” Hepimizin suçlu hissetmesini istiyorlar ve çevreye saygılı tüketiciler olmamızı, satın almaktan asla vazgeçmeyen ancak “çevreye saygılı” olarak tüketen alıcılar olmamızı istiyorlar. Hepimiz daha az araba kullanalım, buna bir diyeceğimiz yok ancak İsrail’in son Lübnan saldırısında vurduğu petrol tesislerinin yarattığı kirliliği ne yapacağız?

1970’li yıllardan beri dünyanın gündemine getirilmeye çalışılan iklim değişikliği ve küresel ısınma konuları, tüm dünyada bir anda gündemin en üst sırasına oturuverdi. Bu gelişmede Davos toplantısında küresel ısınmanın gündemin üst sırasında olmasının elbette büyük payı var. Ardı sıra açıklanan BM Raporu ve gösterimdeki “Uygunsuz Gerçek” adlı belgesel küresel ısınmanın yaygın şekilde tartışılmasına neden oldu. Medya kendisinden beklendiği biçimde tavır alarak, çevreyle yıllardır ilgilenenleri ve onların söylediklerini göz ardı ederek, sözü çevre sorunlarının çözümünü herkesin sorumluluğu ilan edenlere bıraktı. İnsanların bireysel olarak önlemler alması ve her ne sebeple olursa olsun tüketim kültüründen uzaklaşmaları elbette karşı çıkmayacağımız bir durum. Ancak çevresel sorunların çözümü için “herkesin” bir şeyler yapmasını istemek, sorunun bu hale gelmesinin sorumlusunun da “herkes” olduğu yanılsamasını yaratıyor. Çevre sorunlarının insanın doğal aktivitelerinden doğan, kaçınılmaz aktiviteler olduğunu ileri sürebilmek mümkün hale geliyor. Örneğin Garanti Bankası’nın internet sitesinde şu ibare dikkat çekiyor; “Garanti’nin kurumsal olarak desteklediği Küresel Isınmaya dikkat çeken Uygunsuz Gerçek filmi vizyona girdi.” (Bu cümleden bankanın küresel ısınmayı kurumsal olarak desteklediği anlamı çıkıyor ama onu görmezden gelelim) Siteden aynen alıyoruz; “Belgeselde, Al Gore, 1,5 saat boyunca, bu “uygunsuz gerçek”in daha şimdiden nelere mal olduğunu belgeliyor. Eğer hızla ve kesin önlem alınmazsa, küresel ısınmanın boyutlarının nerelere varacağını da anlatıyor. Yapımı United International Pictures (UPI) tarafından gerçekleştirilen Uygunsuz Gerçek; eriyen buzullar, son yıllarda sayısı ve şiddeti artan fırtınalar, aşırı kuraklıklar gibi küresel ısınmanın somut örneklerini gözler önüne seriyor. Amerikalı film sanatçısı Robert Redford’un yönetimindeki film, küresel ısınmanın dünyayı nasıl etkilediğini, ancak basit ve kararlı önlemlerle bunun önüne nasıl geçilebileceğini de gösteriyor.” Hemen altına bir link koymuşlar, iklimkrizi.net; tıkladığımızda, dünyayı kurtaracak bu basit ve kararlı önlemlerin ne olduğunu madde madde öğreniyoruz. Zor değil bunları uygulamak zira liste on maddeden ibaret, sayıverelim: 
•    Ampulünüzü değiştirin
•    Daha az araba kullanın
•    Geri dönüşüme katkıda bulunun
•    Lastiklerinizi kontrol edin
•    Daha az sıcak su kullanın
•    Ambalajları fazla olan ürünlerden kaçının
•    Su ısıtıcınızı ayarlayın
•    Bir ağaç dikin
•    Çözümün parçası olun

Sıcak su konusunun iki kez tekrar edildiğini ve son maddedeki anlamsız cümlenin bir madde sayılamayacağını göz önüne aldığımızda geriye 8 maddecik kalıyor. Kapitalistler suratımıza tükürür gibi bağırıyorlar; “şu sekiz kolay önlemi almadığınız için dünyamızın sonu geliyor” Hepimizin suçlu hissetmesini istiyorlar ve çevreye saygılı tüketiciler olmamızı, satın almaktan asla vazgeçmeyen ancak “çevreye saygılı” olarak tüketen alıcılar olmamızı istiyorlar. Hepimiz daha az araba kullanalım, buna bir diyeceğimiz yok ancak İsrail’in son Lübnan saldırısında vurduğu petrol tesislerinin yarattığı kirliliği ne yapacağız? Daha az sıcak su kullanalım ve lastiklerimizi kontrol edelim, bunlara da bir şey demiyoruz, yapalım ama Fransa’nın Güney Pasifik’te yaptığı nükleer denemeleri ne yapacağız? Geri dönüşüme katkıda bulunmak başlığı, ambalajlardan kaçınmamız konusu ile çelişiyor, çevreye saygılı (!) Mc Donalds’ta geri dönüşümlü kağıtla yapılmış ambalaj malzemelerini görünce kafamız karışıyor, kullanalım mı, kaçınalım mı? Medya tekelleri utanmamak konusunda o kadar rahatlar ki, yukarıdaki önerileri “uygunsuz” olarak adlandırmaktan hiç çekinmiyorlar. Bu “uygunsuz gerçekleri” dile getiren cesur (!) belgeseli iki Oscar’la ödüllendirdiler, bu ödüller gerçeğin tersyüz edilmesindeki başarıya verilmelidir. Onlara bıraksanız, “iyi yürekli” çevreciler yukarıdaki uygunsuz gerçeklerin gerçekleşmesini önleyen “kötü kalpli” patronlarla savaşmaktalar. Kötüleri yenip bu maddeleri gerçek kıldığımızda hepimizi bir ferahlık kaplayıverecek. Geçen ay yazdığımız gibi, “utanmak gericilerin harcı değil”.

Sorunun kaynağı tespit edilmelidir
İnsanların tıraş olurken daha az su kullanmaları, düdüklü tencere kullanmaları ve bulaşık makinelerini yarı dolu halde çalıştırmamalarının dünyamızın yaşadığı sorunları çözeceğini ileri sürmek, en hafif deyimiyle bizi salak yerine koymaktır. Bir adet civa oksit pilin 800.000 litre, bir litre motor yağının 1.000.000 litre içme suyunu kirlettiği bilinirken, tıraş olurken kapalı tutulan musluklardan yarar ummak hayal görmektir. Bu dezenformasyonu yaratanlar tabi ki bu kadar saf değiller. Yapmak istedikleri kirlenmeyi veya iklim değişikliğini durdurmak değil, mevcut durumun mümkün olduğunca uzun süre devam etmesini sağlamaktır. Bu sürecin tüm insanlığı yok olmanın eşiğine getireceği, üstelik bunun bizim kuşağımızın dahi görebileceği, çok yakın gelecekte olabileceği apaçık ortaya çıktığı halde bu durumu bir kar olanağı olarak görmektedirler. Yaşadığımız sorunların çözülmesi isteniyorsa öncelikle sorunların kaynağının doğru tespit edilmesi gerekiyor. Sorunun esas kaynağı geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca dünyamızın tüm kaynaklarını meta kabul ederek, daha fazla tüketim sağlayarak daha fazla kar elde etmeye çalışan kapitalizmdir. Yaşadığımız dünyada her şey alınıp satılır hale getirilmiş ve insanların kendilerini ifade etmeleri için tüketmekten başka yolları olmadığı durmaksızın empoze edilmiştir. Yaşadığımız çevre sorunlarının çözümü için dahi tüketim dayatılmaktadır. İnsanlara, çevreye saygılı ürünler aldıkları takdirde çözümün parçası olacakları yalanı durmaksızın tekrar edilerek söylenmektedir. Evimizdeki makinelerin “çevreye saygılı” olanlarıyla değiştirilmesi istenmektedir. Ortalama zekaya sahip bir çocuk bile kullanılmakta olduğu herhangi bir makinenin yenisinin üretilmesinin çevreye getireceği yükün ve eski makinenin yaratacağı çöpün, satın alacağı yeni makinenin sağlayacağı faydanın kat kat üzerinde olduğunu rahatça kavrayabileceği halde, bu yalan da pervasızca tekrarlanmaktadır. Evimizdeki ampulleri, buzdolabımızı, çamaşır makinemizi ve fırınımızı değiştirmemizi söyleyenler, atıklar için de bir çözüm yoluna sahipler; geri dönüşüm ve atık kontrolü. Pervasızca tüketen insanlar, çöplerini plastik-kağıt ve metal olarak ayırdıklarında “çevreye saygılı insan” mertebesine yükselmektedirler. Garanti Bankası’nın yeni ürünü olan “çevreye duyarlı Bonus card”, gezegenine duyarlı insanların yapması gerekeni gösteriyor, doğaya saygılı plastikten yapılan kart; her ay Doğal Hayatı Koruma Vakfına (WWF-Türkiye) bağışta bulunarak ve ekstrelerini geri dönüşümlü kağıda basarak tüketicilerin iç huzuruyla tüketirken bir yandan bonus toplamasını sağlıyor, diğer yandan çevre sorunlarını çözüveriyor. Plastik kartlar kullanılan polietilenin yapısına göre doğada 450 ila 1500 yılda yok olduğuna göre üzerinde dünya resmi basılı olduğu için çevreye saygılı hale geliveren, doğaya saygılı Bonus kartın kaç senede yok olacağını merak ediyoruz. Zira kullandığımız kartın sözgelimi, “sadece 200 yılda” yok olacağını bildiğimizde, Bonus kullanarak tüketmek, bizi gezegenine duyarlı tüketici haline getirivermektedir.

Teşhir edilmesi gereken iki yalan 
Bu nedenle durmaksızın söylenen bu iki yalanın da teşhir edilmesi gerekmektedir. Bir; çevreye saygılı ürün yoktur, çevreyi nispeten daha az kirleten ürün vardır. İki, geri dönüşüm çözüm değildir, ancak destekleyici olabilecek bir yöntemdir. Kapitalistlerin durmadan kullandıkları bu iki “çözüm” insanların tüketim hızlarını azaltmamalarını hedeflemektedir. Çevreye saygılı olduğu iddia edilen her ürün, çevreyi kirletir. Geri dönüşüm kaynak kullanılmaması anlamına gelmez, geri kazanım işleminin kendisi bile kaçınılmaz olarak çevreyi kirletir. Amaçladığımız şey elbette ki, tüm dünyada yeni bir sistem kurulana dek yapılacak hiçbir şeyin olmadığını söylemek değildir. İnsanların bireysel olarak daha dikkatli tüketmeleri, durmaksızın tüketmelerinden elbette daha iyidir. Ancak kilit kavram “tüketim”dir. Günümüzün doğaya tümüyle yabancılaşmış insanı kendisin ifade edebilmek için tüketmekten başka hiçbir yol bulamamaktadır, bu sayede kapitalistler her gün daha çok üretmekte ve dünyamızdaki her şeyi meta kılmayı başarabilmektedirler. Bugün bizden istedikleri farklı bir şey değildir. İddiaları basit, “çevreye saygılı üretim daha pahalı bir süreçtir, bu nedenle çevreye saygılı olan ürün daha pahalıdır. Çevreye saygılı insan; daha pahalı olmasına rağmen, “çevreci” ürünü alarak kendisini gerçekleştirmiş olacaktır.” Oysa biliyoruz ki hepimizin tüm yıl boyunca alacağı önlemlerle sağlanacak fark, petrol yüklü tek bir tankerin batmasıyla heba olacaktır. Kişisel olarak aldığımız önlemlerin bir tek yararı vardır, daha az tükettiğimiz her gün tüketime dayanan kapitalist insandan bir adım daha uzaklaşacak olmamız. Gerçek çözümler ancak dayatılan tüketim kültürünün alt edilmesiyle mümkün olacaktır. Resmin tamamını göremeyenler tüm iyi niyetlerine rağmen, kapitalizmin tüketimi körüklemek için kullandığı bir araç olmaktan kurtulamayacaklardır

“Avrupa Birliği İklim Değişikliği Masası Şefleri”
Bugün bu durumu en iyi gösteren örnek “Türkiye Kyoto’yu İmzala” kampanyasıdır. Her gün başkalarına ilettiği kedi resimlerinin arasında bir de Kyoto mailini ekleyiverenleri göz ardı etsek dahi, binlerce insan kampanyaya destek vermektedir. Fevzi Özlüer’in haklı tespitiyle söylersek, “Avrupa Birliği iklim değişikliği masa şefi” edasıyla konuşan bu insanlara göre Kyoto’yu imzalamak pek çok sorunu çözüverecektir. Kyoto Protokolü günümüzün hakim zihniyetinin dört dörtlük bir yansımasıdır. Suyu ve toprağı mala dönüştüren kapitalizm bir türlü metaya çeviremediği havanın yerine sera gazı salınımını mala dönüştürmüştür. Protokol sera gazlarını CO2 eşdeğerliğine göre sınıflandırmakta ve ülkelerin çevreyi kirletebilecekleri oranları kayıt altına almaktadır. Böylece ülkeler “havayı kirletme haklarını” güvence altına almakta, kendi “haklarının” yetersiz kaldığı durumda fakir olduğu için havayı kirletme “hakkından” istifade edemeyen ülkelerin bu “haklarını” zengin ülkelere satmasını mümkün kılmaktadır. Kyoto Protokolü’nün gelişmiş ülkelerce imzalamasını sağlamak için taviz üzerine taviz verilmiş ve sonuçta gerçekçi bir çözüm içermesi için gereken üretim azaltmasının 16 kat daha azında mutabık kalınmıştır. Bunun açık ifadesi dünyadaki tüm ülkeler Kyoto’yu imzalasa ve uygulasa dahi iklim değişikliğine sebep olacak miktarda sera gazı salınımı devam edecektir. Kaldı ki, bugün yeterli miktarda sera gazı salınımı yapamadığı için (!) bu hakkını gelişmiş ülkelere devreden boyunduruk altındaki ülkeler, bağımlılıklarını bir kat daha arttırmış olacaklardır. Bu ülkelerin “haklarını” ellerinde bulunduran ülkeler üretimlerini -gelişmiş teknolojilerine rağmen- küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının salınımı bakımından hiçbir sıkıntı yaşamayacaklar, ancak geri kalmış ülkeler sanayileşirken “hakları” olmadığı halde sera gazı salınımına neden oldukları gerekçesiyle uluslar arası baskıya maruz kalabileceklerdir. Böylece gelişmiş ülkeler bir yandan sanayi üretimlerini havayı kirleterek devam edebilmek konusunda kendilerini güvence altına almakta ve hem de potansiyel rakiplerini havayı kirletme “haklarını” ellerinden alarak, azgelişmişliğe mahkum etmektedirler. Kullanılmaya çoktan başlanmış olan bir diğer yöntem, üretim tesislerinin fakir ülkelere taşınmasıdır. Ülkesinde yeterli sanayi olmadığı için “havayı kirletme hakkını” kullanamayan ülkede kurulacak, -o ülkeye taşınacak- olan bir üretim tesisi kendi ülkesine tanınmış olan kirletme “hakkını” fiilen rahatlıkla arttırabilecektir. Bu durum Kyoto’nun sera gazlarının salınımını artıracağını belirtenlerin haklı olduğunu göstermektedir. Ülkelerin çevreyi kirletebilecekleri oranları garanti altına almak ve bu durumu tıpkı toprak ve su gibi kısıtlı bir metaya çevirmek amacında olan bu sözleşmenin bu denli geniş kapsamlı sahiplenilmesinin altında ancak iki neden yatabilir; cehalet veya ihanet.

Kyoto, sera gazı salınım tekelleri inşa edecektir
Kitle iletişim araçlarının bombardımanı altında kalan kitlelerin iletişim çağında dahi olsak cahil kalabilmelerini, dezenformasyonun boyutlarını düşündüğümüzde, anlamak mümkündür. Ancak kendisini, “çevreci” olarak tanımlayan ve aktif olarak çalışmakta olanların durumunu cehaletle açıklamak mümkün değildir. Gözlerini fon bürümüş bu insanlar, tüm gerçekleri ve tanımları tersyüz etmekte hiçbir sakınca görmemektedirler. Onlara göre gerçek basittir; Kyoto Protokolü bir kurtuluştur ve bu protokolü imzalamayan tüm ülkeler çevre düşmanıdır. Protokolün yaptırım içermemesi nedeniyle, ülkelere gerçek anlamda bir sınır getirmiyor oluşuna bile dikkat çekmemektedirler. Oysa Kyoto, yukarıda saydığımız sakıncalarının yanı sıra protokolü imzaladığı halde sera gazı salınımını aşağı çekmeyen ülkelere herhangi bir yaptırım öngörmemektedir. Dolayısıyla Kyoto, bugünün gelişmiş ülkelerinin sera gazlarının salınım “haklarını” ellerinde toplayarak, dünyamızda mevcut durumun sürmesini garanti altına almak çabasından başka bir şey değildir. 
Başta değindiğimiz konuya geri dönüp, çevreyi kirletenin adını açıkça koymak gerekmektedir. Çünkü çevreyi kirletenin kimliğini ve iklim değişikliğine de yol açan bu kirliliğin nedenlerini belirsizleştiren her eylem hatalıdır, durumun aynen muhafaza edilmesini, dolayısıyla sorunların ağırlaşmasını isteyenlere hizmet eder. Çevreyi “insan” kirletmedi. Çevreyi “kapitalist insan” kirletti. Sorunun asıl kaynağı, karını arttırmak için üretimi durmaksızın arttırmak isteyen kapitalisttir. Biz çöplerimizi özenle ayrıştırsak, gereksiz ışıkları söndürsek ve tıraş olurken muslukları kapalı tutsak bile hesapsızca tüketmeye devam ettiğimiz sürece çevre kirlenmeye devam edecektir ancak tüketicilerin bu etkisi ancak bir yan sonuçtur, sorunların asıl kaynağı kapitalist üretim sürecidir. Çözüm için görevin tüm insanlara düştüğü bu yanıyla doğrudur. İnsanlara düşen ödev; insanların tüketmedikleri halde insan muamelesi görecekleri bir düzen oluşturmak için toplumda insanın yerini yeniden tanımlamak ve toplumun yapısını, üretimi ve tüketimi buna göre yeniden düzenlemektir. Bu gerçekleşmeden çevre sorunlarını çözmek mümkün değildir.

http://www.yarinlar.net/sayi-6-mart-2007/dunyamiz-kapitalizmin-elinde-yok-olusa-dogru-giderken-cevreye-saygili-tuketiciler-olmayacagiz.html

December 26, 2009 Posted by | anti-kapitalizm, isyan, sistem karsitligi, somuru / tahakkum, tuketim karsitligi | Leave a comment