Demokrasinin Ötesinde: Doğrudan Demokrasi ve Anarşizm – Mutlu Dulkadir
Güncel demokrasi tartışmaları, ağırlıklı olarak demokrasi “sonrası” bir duruma dair açılımlar sunma yarışındaki modernizm karşıtı ya da sonrası yaklaşımları içeriyor. Burada ise, demokrasi düşüncesinin, hatta doğrudan demokrasinin “ötesi”ne taşan bir tartışma dile getirilecek. Bu tartışmanın ana ekseni anarşizmdir.
Anarşistler çok geniş bir görüş yelpazesine sahip olmalarının yanı sıra, kimi zaman mantıksal akıl yürütmeyi de sekteye uğratır şekilde, sistematik çözümlemelere karşı çıkan bir düşünce tarzını benimserler.[1] Ancak bu çeşitlilik içerisinde, “anarşizm”den anlaşılması gereken ne Orhan Gencebay’ın biçimsel nihilizmi, ne de çArşı grubunun çember A’sında ifadesini bulan futbol fanatizmidir. Anarşizm, “modern” biçimiyle muhtemelen Laçiner’in betimlediği gibi “Aydınlanma’nın asi çocuğu” olarak doğmuştur.[2] Ancak, Stirner’ın “bireyci”liğinden Bakunin’in “bizci”liğine, Proudhon’un “karşılıkçı”lığından Kropotkin’in “özgeci”liğine çeşitlenen tarihselliği içerisinde farklı çağrışımları da barındırır.
Anarşizm ve Temsili Demokrasi
Bütün bu farklı yolların ortaklaştığı noktada, anarşizmin bireysel tercihe öncelik tanıyan özgürlükçülüğü yatar. Anarşizmin hedefi, bütünüyle gönüllü örgütlenmelerden oluşan, devletsiz bir toplumdur.[3] Böylesi bir toplum, ancak zora dayalı bir güç, bir otorite olmaksızın örgütlenebilir.[4] Bu anlamda anarşistler, başta bireysel iradenin temsilciler aracılığıyla ifadesine dayanan temsil teorisi olmak üzere, demokrasinin birçok biçimini de reddederler. Temsilcilerin belirlenmesi, bireysel inisiyatifin denetlenmesi olanaksız bir üst organa devredilmesi anlamına gelir; bu da fiilen özgürlüğün yadsınmasıdır.[5] Rousseau’nun halka ait genel iradenin devredilmezliğinden söz ettiği, “Ne olursa olsun, bir ulus kendine temsilciler seçer seçmez, özgürlüğünü de, varlığını da yitirmiş olur.”[6] cümlesindeki gibi, anarşistler için de bireysel irade aynı şekilde devredilmezdir.
Anarşistlerin temsili demokrasiye yönelik çekincelerinin geçmişi, Bakunin’in 1870 tarihli Temsili Hükümet ve Evrensel Oy Hakkı makalesine kadar uzanır. Bakunin, bir ikiyüzlülük ve ebedi yanılsama sistemi olarak nitelendirdiği temsili yönetimi reddederken, evrensel oy hakkının siyasal ve ekonomik eşitliğe ulaşmak için kullanılmasının olanaksızlığını vurgular; çünkü bu hak, burjuvazinin diktatörlüğünü destekleyen bir araç olarak kalmaya mahkûmdur.[7]
Bakunin’den bu yana anarşistler temsili demokrasiye mesafeli yaklaşırlar. Seçimlere katılan “anarşist” bir partiye rastlamanın olanaksızlığı bir yana,[8] tarihsel anlamda anarşistler seçimlerde çoğu kez boykot çağrısı yapmışlardır.[9] Seçimler, sınırlı bir özgürlük alanı sunmakla birlikte, sembolik bir değere sahiptir. Bu yolla elde edilen kazanımlar, egemen sınıfların verdiği küçük tavizlerle, reformlarla sınırlıdır. Reformlara karşı olmamakla birlikte, anarşistler daha radikal dönüşümlerden yanadırlar.[10]
Modernizm Karşıtı Anarşist Nüveler
Ancak, anarşizmi bu “modern” bağlamıyla ele alma alışkanlığı, anarşizmin kendi içerisinde modernizm karşıtı nüveleri de barındırdığını görmemizi engellememelidir. Modernist söylemin özünü oluşturan “doğruluk temsilinin tekliği” savına yönelik itiraz(lar)a, Malatesta’nın yazılarında rastlamak mümkündür: “Ben bilimin yanılmazlığına inanmıyorum, ne her şeyi açıklayabilme gücüne ne de insan davranışını kontrol altına alma misyonuna inanıyorum…”[11] Feyerabend’den onlarca yıl önce dile getirilen bu görüşler, bilim felsefesi alanının ötesinde, politik düzlem üzerinden, post-modern eleştirinin görelilik söylemiyle örtüşerek de ifadesini bulur:
“Ben, önemli olan şeyin bizim planlarımızın, projelerimizin, ütopyalarımızın zaferi olmadığını düşünüyorum; zaten bunlar yaşam tarafından doğrulanmaya gereksinim duyuyorlar ve yaşam tarafından değişikliğe uğratılabilirler, geliştirilip zamanın ve mekânın gerçek ahlaki ve maddi koşullarına göre uyarlanabilirler.”[12]
Modernizm karşıtı eleştirilerin temelini oluşturan bir diğer nokta da, politik öznenin değiştiği vurgusudur. Buna göre, modernist eleştiriler, özneye yönelik genelleştirici bir tutum içerisindedirler;[13] burada, örneğin Marx’a göre “özne”, kapitalizm karşıtı mücadelelerin evrenselliğini temsil eden “proletarya”dır.[14]
Çoğu zaman, politik öznenin, Marksistler gibi anarşistler tarafından da “proletarya” ile eşdeğer olarak kurgulandığı ve bu iki grup arasındaki temel tartışmanın proletaryanın kurtuluşuna dair yöntemsel farklılıkla sınırlı kaldığı zannedilir. Oysa pek çok anarşistin sınıf ve devrimci özne algısı, Marksistlerin aksine, üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği belirli bir “özne”yle sınırlandırılmış değildir. Yine, Malatesta’nın ifadesiyle: “Bizim istediğimiz anarşist devrim yalnızca tek bir sınıfın çıkarı ve özgürlüğe kavuşması içindir. Bu sınıf ekonomik, politik ve moral bakımdan tutsak edilmiş tüm insanların sınıfıdır.”[15] Buradaki, “ekonomik, politik ve moral bakımdan tutsak edilmiş”lik, Laclau ve Mouffe tarafından sonradan eşdeğerlilik zincirleri olarak betimlenecek olan, geçtiğimiz kırk yıl içerisinde gelişen yeni sosyal hareketlerin öznelerini çağrıştırmaktadır. Teklik vurgusu ise, muhalefetin bütünlüğüne yöneliktir, tek-biçimliliğe değil; çünkü zaten içerisinde öncüsüz bir çokluğu, ezilenler sınıfını barındırmaktadır.
Modernizm karşıtlığı tartışmaları, esasen post-modern dönemin güncel sorunlarına odaklanmaktadır. Bu dönem, aynı zamanda, “demokrasi sonrası” bir olgu olarak, özne(ler)in değişen konumuna da işaret eder. Kendi sosyo-politik konumlarıyla özdeşleşen bu özneler, devletten sürekli olarak demokratik haklar talep eden “alacaklı bireyler”e dönüşmüşlerdir. İnsel, şu anki dönemin de, modernitede olduğu gibi, kendilerini devamlı yeniden var eden “demokrasi özneleri”nin oluşturduğu bitmeyen bir demokrasi sürecine tekabül ettiğini belirtmektedir.[16] Buna göre, mevcut siyasal-hukuksal düzeni içselleştiren ve radikal taleplerle başkaldırma potansiyelini yitiren özneler, sorunlarını uzlaşma yoluyla çözme arayışındadırlar.
Öte yandan Baudrillard da, post-modern dönemde sınıfı ve sınıf çatışmasını öne çıkaran kuramların anlamlarını yitirdiği iddiasındadır.[17] Bu anlamda, “modern” bir teori olarak anarşizmin, “postmodern zamanlar”da geçerliliği kalmayan geleneksel kuramlar arasında olduğu ileri sürülebilir. Ancak, 1936 İspanya deneyiminden bugüne kalan anarşist mirasın, gerek günümüzdeki küresel kapitalizm karşıtı hareketlerin örgütlenmesindeki payı, gerekse Zapatist hareketin temsili demokrasi eleştirileriyle örtüşen yanı bu yargıyı tam olarak doğrulamamaktadır.
“Güç” ve “İktidar” Sorunu
Popüler tarihte İspanya İç Savaşı olarak bilinen, 1930lu yılların ikinci yarısında İspanyası’nda olan bitenler, muhtemelen anarşizm adına dünya üzerinde yaşanmış en kapsamlı toplumsal pratiği oluşturur. Büyük ölçüde anarşist sendika CNT tarafından örgütlenen işçiler ve köylüler, başta Katalonya ve Aragon bölgeleri olmak üzere, İspanya genelinde pek çok kent ve kasabada oldukça başarılı doğrudan demokrasi ve özyönetim örnekleri sergilediler. Hesaplamalara göre, 1936 yılında, sanayi bölgesi Katalonya ve kırsal yerleşmelerin ağırlıkta olduğu Aragon’da, ekonominin üçte biri çalışanların denetimi altındaydı. 1936 yazı ve sonbaharında İspanya’nın dört bir yanına yayılan kolektifleştirme dalgası, BBC-Granada’nın hazırladığı bir belgeselde[18], 1917-21 Rusyası’nın çok daha ötesinde, “Batı Avrupa tarihindeki en geniş işçi özyönetim deneyimi” olarak betimlenir.[19] İşçi ve köylülerin özyönetim deneyimleriyle sınırlı kalmayan bu demokrasi pratiği, iç savaşın başlarında Franko birliklerine karşı savaşan anarşist milisler arasında da yaygındır. Orwell’in aktardığına göre, “Generalden ere kadar herkes aynı parayı alıyor, aynı yemeği yiyor, aynı elbiseleri giyiyordu… Teorik olarak bir milis birliği, en azından, hiyerarşi değil, demokrasi”dir.[20]
İspanya deneyimi, anarşistler açısından önemli bir sorunu da gündeme getirmiştir. Bookchin’in vurguladığı gibi, İspanya’da anarşistler, “güç” sorunuyla başa çıkma konusunda yetersiz kalmışlardır. Başlangıçta, ellerindeki gücü göz ardı etme yolunu seçmişler, ancak zaman içinde CNT temsilcileri Cumhuriyetçi hükümete bakan vererek katılmaya razı olmuşlardır.[21] Bu, muhtemelen, anarşistlerin bir hükümet içerisinde temsil edildikleri tarihteki ilk ve tek örnektir.
Buradaki “güç” tartışmasının özünde, anarşizmin kendisini karşıtlığı üzerinden var ettiği, Türkçe’ye otorite veya iktidar olarak çevrilen “authority” kavramıyla, zaman zaman iktidar olarak çevrilmekle birlikte tam karşılığı güç olan, “power” kavramı arasındaki farklılık yatmaktadır. Anarşistler otorite karşıtıdırlar, ancak potansiyel bir araç olarak gücün kullanımını reddetmeleri yaşamsal gerçeklikle bağdaşmaz. Anarşistler, gücün, herhangi bir “iktidar” kurumsallaşması yaratmayacak şekilde, toplumun kendisi tarafından kullanılmasına olanak tanıyan alternatifler geliştirme yanlısıdırlar. Bundan sonraki tartışma, bu alternatiflerin ne olabileceği üzerinde yoğunlaşmalıdır.
Bookchin, iktidara katılımı isteksizce kabul etmek durumunda kalan CNT’nin, gücün kullanımı konusunda zafiyet içerisinde olduğu düşüncesindedir. Ölümünden önceki son birkaç on yılda kesin şeklini verdiği özgürlükçü belediyecilik projesini de bu kapsamda geliştirmiştir. Devletçi belediye yapılarını ortadan kaldırarak, özgürlükçü bir yönetim biçimi oluşturmayı, konfederalizmi hedefleyen Bookchin, demokratik katılımı yerel seçimlere girmek dâhil bir dizi öneri çerçevesinde geliştiren bir sistem önerir.[22] Görüşlerinin anarşist gelenekten ayrıldığı iddiasında olsa da, Bakunin’in Temsili Hükümet ve Evrensel Oy Hakkı başlıklı makalesinde geçen, “belediye seçimleri her zaman, halkın gerçek iradesini ve tavrını en iyi yansıtan seçimlerdir”[23] önermesinden haberdar olmadığını düşünmek akla yatkın değildir. Bu bağlamda, esasen Bookchin de anarşist gelenek içerisinde ele alınabilir.
“İktidar” ve “güç” sorununa ilişkin farklı bir çözüm önerisi, Zapatistler’in 1994 isyanı sonrasında Meksika’nın güneydoğusundaki Chiapas eyaletinde geliştirdikleri özyönetim deneyimiyle somut bir içerik kazanmıştır. Kökenleri anarşist geleneğe dayanmamakla birlikte, Zapatist hareketin, anarşizmin “temsili demokrasi” ve “iktidar”a yönelik eleştirileriyle örtüşen kaygılar taşıdığı görülmektedir. Geleneksel Marksist ve sol hareketlerin aksine Zapatistler, iktidarı ele geçirmeyi değil, “itaat ederek komuta etme” adını verdikleri stratejileri doğrultusunda, demokrasiyi derinleştirmeyi hedeflemektedirler. Buradaki “demokrasi” vurgusunu, temsili demokrasi içerisine sıkıştırılmış bir kavramsallaştırma bağlamında düşünmek yanıltıcı olacaktır. Markos’un “Kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dâhil, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz.”[24] derken vurguladığı gibi, politikacılar Zapatist terminolojide ayrı bir sınıf olarak görülür.
Zapatistler, denetimleri altında bulundurdukları Chiapas eyaletinin üçte birini kapsayan sık ormanlarla kaplı dağlık bölgede, otonom belediyeler, “iyi yönetim” konseyleri ve köy meclislerinden oluşan bir özyönetim modeli inşa ettiler. Bu model, yeni bir tür yöneticiler/politikacılar sınıfının ortaya çıkmasını olabildiğince engellemek amacıyla geliştirilen, delegelerin geri-çağrılabilirliği ve görevlendirmelerin kısa-süreliliği gibi önlemlerle desteklenmektedir.[25] Kuşkusuz, buna benzer demokratik yöntemler Zapatistler’in kendi “buluş”u değil, çeşitli sivil toplum örgütleri, sendikalar, taban inisiyatifleri vb. tarafından uzun zamandır kullanılagelen yöntemlerdir. Bunların yanı sıra, köy meclisleri gibi çeşitli demokratik mekanizmaların yerli kültüründen beslendiği iddiasında olan Zapatistler, bu kültüre içkin kimi geleneklere de sahip çıkmaktadırlar.
Zapatistler’i diğerlerinden ayıran yöntemlerin başında, ayrıntıları ilerleyen paragraflarda açıklanacak olan, “istişare” (consulta) olarak adlandırdıkları, önemli kararların alınmasında “yerli tabanı”na danışma pratiği gelir. Ancak, burada bir “taban”dan söz ederken, aynı zamanda daha üstte konumlanmış başka bir kurumsal yapıdan da bahsedildiğini akıldan çıkarmamamız gerekir. Bu yapılanma, EZLN adıyla bilinen, Zapatist Ulusal Kurtuluş Ordusu’dur. EZLN, örgütün izleyeceği yola ilişkin belirleyici kararların alınmasında “istişare” yöntemine başvurmayı tercih etmektedir.
EZLN’ye bağlı bütün yerli topluluklarının katıldığı “istişare” süreci, on iki yaşın üzerindeki herkesin tartışma ve oy verme hakkına sahip olduğu demokratik meclisler aracılığıyla gerçekleştirilir. Tüm katılımcılar, oylamaya öncesinde, konunun enine boyuna tartışıldığına ikna olmalıdırlar. İlgili mecliste yapılan oylamanın sonuçları, tartışmalara ve oylamaya katılanların sayılarıyla birlikte, üzerinde tartışılan temel noktalar ve görüşleri içeren bir raporda biraraya getirilir. Yerli topluluklarından gelen raporların toplamı da, Zapatist “istişare”nin sonucunu ortaya koyar. Politik gerilimler ve hükümet güçlerinin saldırıları gibi gerekçelerle zaman zaman geçici sürelerle askıya alınsa da, EZLN, “taban”a danışma yönteminden olağanüstü durumlarda bile vazgeçmemiştir.[26]
“İstişare”ye götürülecek meseleler çoğunlukla EZLN yönetimi tarafından belirlenmekle birlikte, sonuçta, ortaya kimi zaman yönetimin eğiliminin aksi yönde kararlar çıkabildiği görülmektedir. Bunlardan belki de en önemlisi, yönetimin tercihine rağmen alınan 1994 isyanı kararıdır.[27] Öte yandan, Zapatistler, politikacılar sınıfına sert eleştiriler getirseler de, EZLN yönetiminin “taban”la arasında belirli bir mesafe olduğu açıktır. “İtaat ederek komuta etme” yaklaşımı, Zapatist bölgelerde yaşayan yerel halka, Meksika temsili demokrasinin önerdiğine kıyasla katılım bağlamında çok ileri bir demokrasi, bir tür “istişari demokrasi” olanağı sunmaktadır. Ancak madalyonun görünmeyen yüzü, EZLN’nin esasen tipik bir hiyerarşik ordu örgütlenmesi olduğu gerçeğini gözlerden uzak tutmaktadır.
Bu anlamda, Zapatistler, “güç” sorununa somut bir çözüm önerisi getirirken, başka bir sorunu, örgüt-içi işleyiş meselesini çözümsüz bırakmışlardır. Birkaç paragraf önce değinildiği gibi, tarihte demokratik yöntemlerle işleyen milis örgütlenmelerine de rastlanmaktadır. EZLN’nin kendi içindeki demokrasi-dışı, hiyerarşik emir-komuta zincirinin aksine, anarşistler, kendi gerilla örgütlenmelerinde demokrasi uygulamalarına yer vermişlerdir. Zapatistler’in yetersiz kaldığı bu noktada, anarşistlerin tercihi çok daha demokratik açılımlar sunmaktadır.
Küresel Kapitalizm Karşıtı Hareketin Tercihi
Anarşizm, İspanya “yenilgisi”nden tam altmış yıl sonra, ilk kez 1999’da küresel ölçekte bir hareket olarak siyasal gündemi belirleme şansına yeniden sahip olabildi. Kuşkusuz 1968 sonrasında gelişen yeni sosyal hareketler, Marksizm’in ekonomik indirgemeciliğini yıkarken, anarşist geleneğin özgürlükçü doğasını yeniden anımsatıyordu. Ancak aynı dönemde, Marksizm, henüz bir örgütlenme tarzı olarak küresel ölçekte belirleyiciliğini sürdürüyor, sosyalist “devlet”ler de varlıklarını koruyordu. Marksist diktatörlüklerin yıkılışıyla birlikte, 1990lı yıllarda otoriter olmayan kapitalizm-dışı alternatifler tartışılırken, Marksizm içerisindeki görece zayıf Troçkist, otonomist, özgürlükçü gelenekler ön plana çıkmaya başladı. Bütün bu gelişmeler, ister istemez anti-kapitalist anti-otoriter radikal devrimci bir gelenek olan anarşizme yönelik ilginin de artmasına neden oldu.
18 Haziran 1999 günü, Köln kenti, G7+Rusya zirvesine ev sahipliği yaparken, başta Londra olmak üzere dünyanın dört bir yanında da protesto gösterileri düzenleniyordu. İngiltere başkentini tam anlamıyla “kilitleyen” bu protestolar, sonraki yıllarda Seattle, Prag, Cenova gibi pek çok başka yerde gerçekleştirilen benzeri kitlesel gösterilerin de önünü açtı. Süreyyya Evren’in bir yıl öncesinden “Üçüncü Anarşist Canlanma” olarak öngördüğü[28] bu hareketlenme, küresel ölçekte yaygınlaşırken, öncekilerden farklı bir örgütlenme tarzını da beraberinde getirdi. Graeber, bu yeni harekete, sağdan ve soldan yöneltilen “ideolojiden yoksun”luk eleştirisinin geçersizliğini ispatlarken, doğrudan demokrasiye atıfta bulunmaktadır.
Bu hareketin başlıca özelliklerinden birisi, öncekilerden farklı biçimde siyasal partiler gibi yukarıdan aşağıya örgütlenmeler yerine, merkezsiz, hiyerarşisiz, taban örgütlenmelerinden oluşmasıdır. Bu bağlamda, burada artık anarşist örgütlenme tarzının belirleyiciliğinden söz edilebilir. Öte yandan, “ilgi” (“affinity”) grupları olarak anılan küçük örgütlenmelerin, gerek kendi iç-işleyişi, gerekse birbirileriyle ilişkileniş biçimleri de eski gelenekten ayrılmaktadır. Oylamaya dayalı klasik demokrasi anlayışı yerine, artık, bir şekilde fikir birliğine ulaşmayı amaçlayan uzlaşma yaklaşımı esas alınmaktadır.[29] Böylece demokrasi tartışmalarında sıklıkla karşımıza çıkan azınlık-çoğunluk ikilemi de büyük ölçüde aşılmış olur. Bu noktada “imdadımıza yetişen” yine Malatesta’dır. Çoğunluk ile azınlık arasındaki kaçınılmaz anlaşmazlık ve olası gerilimler üzerinde odaklanan Malatesta, demokrasiyi çoğunluğun yönetimi olarak nitelendirerek, “çoğunluğun yönetimi”nin azınlığın haklarına saygı göstereceğinin garantisi olmadığını vurgular.[30] Bu anlamda, en ideal karar alma biçimi, çoğunluğun iradesi değil, uzlaşmadır:
“Anarşistler, yaşamın ortaklaşa yaşandığı yerlerde, azınlığın sık sık çoğunluğun fikrini kabul etmek durumunda kaldığını kesinlikle bilir ve kabul ederler… Fakat, bu tür bir uyarlanma, karşılıklılık ve gönüllülük temelinde olmalıdır ve gereklilik bilincinden ve inatçı bir ısrarcılık yüzünden toplumsal işleyişin felce uğramasından sakınmaya yönelik bir iyi niyetten kaynaklanmalıdır. Böyle bir uyarlanma, bir ilke ve meşru bir norm olarak dayatılamaz. Bu, genel olarak gündelik yaşamda tam olarak gerçekleştirilmesi belki güç olan bir idealdir; fakat, anarşinin, her insan topluluğunda çoğunluk ile azınlık arasındaki fikir birliğinin kendiliğinden ve özgürce, şeylerin kendi doğal düzeninden kaynaklanmayan her tür dayatmadan bağışık biçimde gerçekleşmesi yaklaşımıyla çok daha uyum içindedir.”[31]
Bu noktada, karar alma yöntemine ilişkin tartışmada, oyçokluğu ile uzlaşma önerileri karşı karşıya gelmektedir. Geleneksel demokratik yöntemler, bu süreçte oyçokluğunu önerirken, Malatesta, azınlığın çoğunluğun kararlarına saygı göstermesini kısmen kabullenmekle birlikte, en ideal yöntemin uzlaşma olduğunda ısrarlıdır. Küresel kapitalizm karşıtı hareketin tercihi de bu yönde olmuştur.
“Doğru”dan Demokrasi: Kura Demokrasisinden Seçim Demokrasisine[32]
Kuşkusuz, doğrudan demokrasiden söz eden bir yazıda Atina’yı anmamak olmaz. Kadınların, kölelerin ve yabancıların demokratik haklardan yoksunluğu bir yana, Atina demokrasisi sıklıkla köle emeğine dayandığı eleştirilerine maruz kalmıştır. Ancak bazı kaynaklarda, demokratik haklara sahip Atina (erkek) yurttaşlarının çoğunluğunu, köle sahiplerinin değil cüzi ücretle çalışan erkeklerin oluşturduğu vurgulanmaktadır.[33] Burada, bu kısır tartışmaya odaklanmak yerine, Atina demokrasi pratiğinin günümüz “demokrasi” uygulamalarında gözlerden kaçan bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum.
Bilindiği gibi, çağdaş siyasal parti örgütlenmelerinin geçmişi topu topu iki yüzyıl kadar öncesinin İngilteresi’ne dayanmaktadır.[34] Seçim demokrasisine dayalı güncel temsili demokrasi pratiği, esasen kapitalizmin içsel dinamikleriyle uyumlu bir tür “demokratik rekabet” arayışından öte bir şey değildir. Bu “demokratik” rekabet, hemen herkesin farkında olduğu gibi, maddi gücün yanı sıra, ağzı daha iyi laf yapabilen ve kalemi daha iyi olanların, diğerlerini ikna yeteneğine ve çoğunlukla da aldatma becerisine dayanır. Buradaki “temsilci” çoğu zaman kendisini seçen grubun bir tür “sözcü”sü olduğu iddiasındadır; üstelik aynı sınıfsal, sosyal, ekonomik, cinsel, dinsel, etnik vb. statüden gelmesi de gerekmez.[35]
Atina demokrasisi ise, bugünkü “demokrasi” algımızın benimsemekte zorlanacağı şekilde, belirli bir örneklem (Atina özelinde bir mahalle, “deme”) içerisinden kurayla belirlenenlerin temsiline dayanmaktadır.[36] Burada bir tür “temsilci”lik varsa bile, ait olmadığı bir topluluk adına “sözcü”lük yapan günümüz “vekil”lerinin aksine, “sonradan kazanılmış” bir unvan değil, ilgili topluluğun gerçek üyelerinin temsili söz konusudur. Kimin nasıl seçileceği basit bir olasılık meselesidir ve kuranın kendisinin güvenilirliği dışında demokratik anlamda fazlaca endişeye mahal kalmamaktadır. Maddi olanaklara sahip olmayanların yanı sıra, hitabet yeteneğinden yoksun olanlar da, diğerleri kadar yönetimde yer alma şansı bulabilmektedirler. Kura yöntemini tamamlayan ikincil bir unsur olarak “rotasyon”un da işin içine girmesiyle, yurttaşlar arasında şansların eşitliği önemli ölçüde sağlanmış olur. Yönetim görevlerinin üstlenilmesini istatistiksel bir olasılığa indirgeyen bu yöntemin, “iktidar”ın kurumsallaşmasını kısmen engelleyebileceği de ileri sürülebilir. Bununla birlikte, sınıfsal farklılıkların varlığını koruduğu bir toplumda gücü ele geçirmeye yönelik mücadelelerin olmayacağını düşünmek safdillik olur.
Kura yöntemi, seçim demokrasisine dayanan temsili demokrasinin yaygınlaşmasıyla birlikte, antikitenin nostaljisi içerisinde kaybolup giden bir “mizansen” olarak tarihteki yerini aldı. Öte yandan, “kura demokrasisi”nin sol ve muhalif hareketlerin kendi toplumsal örgütlenme pratiklerinde hemen hiç gündeme getirilmemiş olması, olsa olsa, bu hareketlerin kapitalizmle kurdukları göbek bağının “doğru”dan demokrasiyle olandan çok daha sağlam olmasıyla açıklanabilir.
Sonuç
Seçim yöntemine dayalı temsili demokrasi sistemi, alternatif karar alma yöntemlerinin olanaklılığını görmemizi engelleyen, demokrasi tahayyülümüzü sınırlandıran bir perde gibidir. Bu perde, Chiapas yerlilerinin meclis geleneği ve antik Atina’nın kura demokrasisi gibi keşfedilmeyi bekleyen çeşitli yöntemlerin üzerini örtebilir, ancak bunlardan birisinin, günün birinde, İspanyol işgalinden 500 yıl sonra gerçekleşen Zapatist isyanla yeniden gündeme gelmesini engelleyemez.
Günümüzdeki alternatif demokrasi arayışları, tarihten beslenen tekil örnekler dışında, küresel kapitalizm karşıtı anarşist praksisinin karar alma yöntemine ilişkin tercihinden de beslenmektedir. Anarşist yöntem, yatay örgütlenme pratiğinin yaygınlaşmasındaki katkısının yanında, çoğunluğun ebedi galibiyetiyle özdeşleşen oyçokluğu yöntemi yerine uzlaşmayı koyarak, muhalif hareketlerin karar alma süreçlerinde köklü bir dönüşüm yaratmıştır. Bilinen anlamıyla “demokrasi”nin ötesine taşan bu pratik, “başka bir demokrasi”nin olanaklılığını da kanıtlamaktadır.
Bütün bu tartışmalardan ortaya çıkan önemli sonuçlardan bir diğeri de, doğrudan demokrasinin öncelikle yerel düzeyde işlevsel olabileceğidir. Antik Atina’dan, Chiapas ve Katalonya’ya, burada değinilen demokrasi pratiklerinin tamamı bu ölçektedir. Öte yandan, gerek Bakunin, gerekse Bookchin ve hatta “toplumsal sözleşme” kuramını Cenevre kenti ölçeğinde öngördüğü söylenen Rousseau’nun, görece küçük toplumlardaki demokrasi sorunlarına odaklandıkları gözden kaçırılmamalıdır. Kuşkusuz, bir sonraki aşamada karşılaşılacak olan soru(n), yerel toplulukların diğerleriyle ilişkilenme biçimi üzerinde duracaktır. Bu soruya, federalizm ekseni dışında aykırı bir yanıt arayışında olanların, Kaos Yayınları’nın Türkçeleştirdiği, p.m. imzasıyla yayımlanan Bolo’bolo kitabına bakmalarını öneririm.
Not: Burada tartışılan konuya ilişkin daha kapsamlı bilgi ve değerlendirmeler için, Ocak 2008’de, Algıyayın tarafından, Doğrudan Demokrasi: Zapatist Özyönetim Deneyimi adıyla kitaplaştırılan yüksek lisans tezime göz atılabilir.
[1] Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, (Çev. Levent Köker), Türk Siyasi İlimler Derneği – Türk Demokrasi Vakfı, Ankara, 1993, s. 44.
[2] Hans Magnus Enzensberger, Anarşinin Kısa Yazı, (Çev. Mehmet Aşçı), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993, s. 14.
[3] R. Dahl, 1993, s. 43.
[4] (Der.) Vernon Richards, Malatesta, (Çev. Zühal Kiraz), Kaos Yayınları, İstanbul, 1999, s. 10.
[5] “Temsil-i Reddiye’den Redd-i Temsiliye’ye”, Kara Dergisi, Sayı: 1, s. 12-13, Ekim 1996, s. 12.
[6] J. J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, (Çev. Vedat Günyol), Çan Yayınları, İstanbul, 1974, s. 130.
[7] (Der.) Sam Dolgoff, Bakunin, (Çev. Cemal Atila), Kaos Yayınları, İstanbul, 1998, s. 229-233.
[8] Bunun istisnalarından birisi, Almanya’da sistem karşıtı propaganda amacıyla temsili demokrasiyi kullanan Anarşist Pogo Partisi’dir.
[9] H. M. Enzensberger, 1993, s. 107.
[10] V. Richards, 1999, s. 65.
[11] a.g.e., s. 27.
[13] Hakan Kubalı, Liberal Demokrasinin Eleştirisi, Radikal Demokrasi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1997, s. 148.
[14] Saul Newman, “Radikal Siyasetin Geleceği Üzerine”, (Çev. Kürşad Kızıltuğ), Siyahi, Sayı: 3, Mart-Nisan 2005, s. 122.
[15] Enrico Malatesta. Apolitika, Nisan 1995, Sayı: 3.
[16] Ahmet İnsel, “Post-Demokrasi, İyi Yönetişim ve Caudillo”, Birikim, Sayı: 223, Kasım 2007, s. 29-31.
[17] Gencay Şaylan, Postmodernizm, İmge Kitabevi, Ankara, 2002, s. 242.
[18] The Spanist Civil War (Part Five, “Inside the Revolution”) adlı belgeselden aktaran Murray Bookchin, To Remember Spain, AK Press, Edinburgh, 1994, s. 68.
[19] a.g.e., s. 43.
[20] George Orwell, Katalonya’ya Selam, (Çev. Jülide Ergüder), Alan Yayıncılık, İstanbul, 1985, s. 40.
[21] 4 Kasım 1936’da, Cumhuriyetçi hükümete dört “anarşist” bakan girmiştir. http://www.spunk.org/texts/places/spain/sp001780/chap1.html
[22] Murray Bookchin, “Komünalist Karar Anı”, (Çev. Sezgin Ata), Toplumsal Ekoloji Dergisi, Sayı: 1, Bahar 2002, s. 31-46.
[23] S. Dolgoff, 1998, s. 234-235.
[25] Andrew Flood, “The Zapatistas, anarchism and ‘Direct democracy’”, Anarcho-Syndicalist Review, Issue: 27, Winter 1999.
[26] “Yerli tabanı”nın katıldığı yerel ölçekli “istişare”ler dışında EZLN, zaman zaman ulusal ve uluslararası “istişare”lere de başvurmaktadır. Ancak bunlar, yerli topluluklarının doğrudan katılımıyla Chiapas yerelinde gerçekleştirilenlerden farklı olarak, konuların detaylı biçimde tartışılmasından çok, Zapatist “sempatizan”ların bir dizi seçenek arasından seçim yaptığı referandum benzeri oylamalardan oluşmaktadır.
[27] Markos tarafından dile getirilen bu olayın, gerçekten yönetimin yönlendirmesi ve tercihi dışında gelişip gelişmediğini tam anlamıyla bilmek mümkün değildir. Kuşkucu bir yaklaşım, bu açıklamanın isyanın sorumluluğunu “halkın kararı”na yüklemeye çalışan yönetimin bir çarpıtması olduğunu akla getirebilir.
[28] Süreyyya Evren, “Üçüncü Anarşist Canlanma”, Varlık, Sayı: 1092, Eylül 1998, s.12-16.
[29] David Graeber, “The New Anarchists”, New Left Review, Issue: 13, January-February 2002, p. 61-73.
[30] Wayne Price, “Aşırı Demokrasi Olarak Anarşi”, (Çev. Anarşist Bakış), The Utopian, Sayı: 1, Ağustos 2000, http://uk.geocities.com/anarsistbakis/makaleler/price-asiridemokrasianarsi.html
[32] “Doğrudan demokrasi” kavramını antik Yunan’a özgü, polis demokrasisi ile eşanlamlı olarak kullanan Sartori’ye (Giovanni Sartori, Democratic Theory, Frederick A. Praeger Publishers, New York, 1965, s. 252-255.) atfen, buradaki “doğru” vurgusu, demokrasinin özüne yönelik bir göndermedir.
[33] Anthony Arblaster, Demokrasi, (Çev. Nilüfer Yılmaz), Doruk Yayımcılık, Ankara, 1999, s. 41. Bu savı destekleyen bir başka kanıt olarak, (erkek) yurttaşların büyük bölümü çalışmak zorunda olduğundan Meclis (Ekklesia) oturumlarına katılımın sınırlı kalması nedeniyle, bir süre katılımı teşvik amaçlı ödemelerin yapılmış olması gösterilebilir.
[34] Jean-Marie Cotteret, Claude Emeri, Seçim Sistemleri, (Çev. Ahmet Kotil), İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 72-73.
[35] A. H. Birch, Representation, Pall Mall Press Limited, London, 1971, s. 13-19.
[36] Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2004, s. 119. Yapılanmaları kendi tarihsellikleri içerisinde farklılaşmalar gösterse de, antik Atina’nın bugünkü yürütme (Boule) ve yargı organlarına benzer işlevler yüklenmiş kurumlarının üyeleri bütünüyle kura yöntemiyle belirleniyordu. Meclis (Ekklesia) ise zaten tüm (erkek) yurttaşlara açıktı ve ordu komutanlarının seçimleri dışında genel olarak kura yöntemi benimsenmişti. Çeşitli kaynaklarda, başkomutanlık görevine seçilen kişinin, zaman içerisinde, günümüzdeki başbakanlık görevine benzer bir rol üstlenmeye başladığı belirtilmektedir.
1 Comment »
Leave a Reply
-
Archives
- August 2011 (1)
- June 2011 (9)
- May 2011 (23)
- April 2011 (3)
- March 2011 (27)
- February 2011 (24)
- January 2011 (39)
- December 2010 (12)
- October 2010 (10)
- September 2010 (10)
- August 2010 (21)
- July 2010 (12)
-
Categories
- anti-endustriyalizm
- anti-kapitalizm
- anti-otoriter / anarşizan
- antinükleer
- antropoloji, arkeoloji
- bu topraklar
- e-kitap
- eko-savunma
- ekokoy – permakultur
- ekoloji
- ekolojist akımlar
- ekotopya heterotopya utopyalar
- ezilenler
- gorsel
- iklim
- isyan
- kadın ve doğa / ekofeminizm
- kent yasami
- kir yasami
- komünler, kolektifler
- kooperatifler vb modeller
- ozyonetim
- savaş karşıtlığı
- sistem karsitligi
- somuru / tahakkum
- Su
- sınırlara hayır
- tarim gida GDO
- türcülük, doğa / hayvan özgürlüğü
- totoliterlik / otoriterlik
- tuketim karsitligi
- Uncategorized
- yerel yönetimler
- yerli – yerel halklar
- yeşil kapitalizm
-
RSS
Entries RSS
Comments RSS
Reblogged this on Doğrudan Demokrasi.
LikeLike