Nükleer Alçaklık – ERDAL KALKAN
İnsanın doğa üstünde kurmaya çalıştığı hâkimiyet paranın hâkim olduğu özel mülk edinme döneminde, artık doğayı yıkıcı bir karakter kazanmıştır. Bilim ve teknolojinin sağladığı olanaklar, kapitalist emperyalist sisteminin elinde, birer doğa düşmanı makineye dönüşmüş ve onun bir parçası olan insan neslini yok eden bir döneme evrilmiştir. Çevre felaketleri, küresel ısınma, temiz suya erişim sorunu, gezegenin insan için yaşanabilir bir yer olmaktan çıkmaya başlaması eşitsiz paylaşımın, aç gözlü sermaye düzeninin sonuçları olarak görülmektedir. Böyle bir düzende kurallar ve açıklık siyasal ve ekonomik güç ilişkisini kendi lehine kullananların izin verdiği ölçüde gerçekleşebilecektir.
Sanki hayata pamuk ipliği ile bağlıyız. O kadar korunaksız ve ince bir bağ ki bu; kımıldamadan, nefes almadan, sadece baka kalıyoruz. Bir an sonrası cehennemi bir ateş, çamur ve radyasyon sanki. Korkudan çok bir utanç hâkim oluyor. Beyinlerimiz daha çok bir utanma çukurunda debeleniyor. ‘Cehaletin örgütlü bir güç’ olduğunu ve hayatımızı yönettiğini görüyoruz, sanki insan nesli karanlığın içinde kaybolan oyunculara dönüyor.
İnsan neslinin tamamını, küçük bir kaymak tabakanın himayesine sokma eyleminin, eşitsiz zenginleşmenin temel itici gücünün, hemen her araçla ve de ‘iliştirilmiş’ insanlarla, ona hizmet etme becerisinin gösterilmesi olduğunu biliyoruz. Bilinçler iğdiş edilerek, Japon halkının sağduyusu ve bağlılığı sömürülmüş, insanlar, çalışma koşulları değiştirilerek, mesai kavramı olmadan, işi bitiren, birer tamamlayıcı nesneye dönüştürülmüştür. Kalite çemberleri, hatasız üretim, hatanın yemek molalarında ve mesai saatleri dışında çözümü, (sınırı olmayan) daha fazla üretim için esnek çalışma gibi iş hayatına yeni sokulan son nesil çalışma biçimlerinin temel örnekleri burada, Japonya’da görülmüştür. ‘Çok çalışmaktan ölmek’ münferit bir olay olmaktan çıkmış, bu durum çalışma koşulları literatürüne Japonya’dan girmiştir. İnsanlar bu yoğunluğun altında ezilmişler, nükleer ise hayata hâkim olmuştur. İnsanların önemli çoğunluğu durumun denetlenemeyeceğini anlayamamışlardır. Gerçek büyük bir insanlık felaketiyle ancak anlaşılabilmiştir. Maalesef bugün felakete dönüşen Japon mucizesinin altında bunlar yatmaktadır.
İnsanın doğa üstünde kurmaya çalıştığı hâkimiyet paranın hâkim olduğu özel mülk edinme döneminde, artık doğayı yıkıcı bir karakter kazanmıştır. Bilim ve teknolojinin sağladığı olanaklar, kapitalist emperyalist sisteminin elinde, birer doğa düşmanı makineye dönüşmüş ve onun bir parçası olan insan neslini yok eden bir döneme evrilmiştir. Çevre felaketleri, küresel ısınma, temiz suya erişim sorunu, gezegenin insan için yaşanabilir bir yer olmaktan çıkmaya başlaması eşitsiz paylaşımın, aç gözlü sermaye düzeninin sonuçları olarak görülmektedir. Böyle bir düzende kurallar ve açıklık siyasal ve ekonomik güç ilişkisini kendi lehine kullananların izin verdiği ölçüde gerçekleşebilecektir.
Tedbirsizlikler, kârın bir kısmının heba olmasıyla çözülecekken felakete ve parçalanan insan bedenlerine ve aile dramlarına neden olmuştur. Elbistan Termik Santrali’nde ve sayısız iş kazasında yaşanan felaketler önceden rapor edilebilmiştir, fakat öngörü kamu denetimini sağlayamamıştır. Onca naklen kıyamete rağmen Bakanımızın ve Başbakanımızın sarf ettikleri sözler aslında kör, sağır edici, herhangi bir akıl ve bilgi kırıntısından yoksun kapitalist aklın, yağma düzeninin itirafı şeklindedir. İnsan böyle bir aklı neyle ifade edecek, aymazlıkla mı, aptallıkla mı, absürt komedi ile mi? Ama belli ki bu Memleket-i Putin ve hempalarına, Japon mucizesi altında yatan riyakarlığa teslim edenlerle İkitelliye nükleer atık bırakılmasına izin verenler aynı akla sahipler. Burada belirtelim, İkitelli’de nükleer atıkla temas eden aile üyelerinin bir tanesi ölmüştür, yaşayanlarsa tıpkı tahmin ettiğimiz gibidir.
Bergama’da siyanürle altın arayanların atık tankları patladığında ya da sızma görüldüğünde enerjiden sorumlu bakanımız, çevre bakanı veya başbakanımız ‘risksiz yatırım olmaz’ mı diyecekler? Kırk bin pınarlı İda dağlarının suyuna ve havasına siyanür karıştığında ‘biz bunu kalkınma için’ yaptık mı diyecekler? Akkuyu fay hattında, Sinop nükleer yatırımı içinse Karadeniz’ de fay olup olmadığı araştırılmış mıdır, yöre halkının ne kadarı bu projelere evet demiştir? Ülke topraklarının hemen hemen tamamı deprem kuşağında bulunan ülkemizde nükleer enerji tesisi yapmak hangi bilimsel kritere uygun.
Bilimi kullanıp silah sanayi yaratmak bilimden ne kadar uzaklaşmaksa ülkemize ‘son nesil nükleer enerji tesisi yapıyorum’ demek aynı şeydir. Yatırım, bizim gibi koca bir ülkede eski kapitalist ülkeleri aynı yöntemlerle taklit etmek değildir. Yeterince de taklit edilmiştir. Örneklerden sadece biri, anne sütünde ağır metallere rastlanan Dilovası’dır. İnsan neslini tehdit eden ve çoğu ülkede nükleer silahlar için kurulan nükleer teknoloji artık eski bir teknolojidir, yeni değildir olsa olsa alçaklıktır.
No comments yet.
-
Archives
- August 2011 (1)
- June 2011 (9)
- May 2011 (23)
- April 2011 (3)
- March 2011 (27)
- February 2011 (24)
- January 2011 (39)
- December 2010 (12)
- October 2010 (10)
- September 2010 (10)
- August 2010 (21)
- July 2010 (12)
-
Categories
- anti-endustriyalizm
- anti-kapitalizm
- anti-otoriter / anarşizan
- antinükleer
- antropoloji, arkeoloji
- bu topraklar
- e-kitap
- eko-savunma
- ekokoy – permakultur
- ekoloji
- ekolojist akımlar
- ekotopya heterotopya utopyalar
- ezilenler
- gorsel
- iklim
- isyan
- kadın ve doğa / ekofeminizm
- kent yasami
- kir yasami
- komünler, kolektifler
- kooperatifler vb modeller
- ozyonetim
- savaş karşıtlığı
- sistem karsitligi
- somuru / tahakkum
- Su
- sınırlara hayır
- tarim gida GDO
- türcülük, doğa / hayvan özgürlüğü
- totoliterlik / otoriterlik
- tuketim karsitligi
- Uncategorized
- yerel yönetimler
- yerli – yerel halklar
- yeşil kapitalizm
-
RSS
Entries RSS
Comments RSS
Leave a Reply