ecotopianetwork

Tür Ayrımcılığı Nasıl Sürdürülüyor ?

Bu yazı benim insan ve insan olmayan canlılar arasındaki ilişkilere yönelik sosyolojik analizimdeki bildik bir temaya bir kez daha bakıyor: kültürün tür ayrımcılığını nasıl yapılandırdığı ve bu yapının nasıl sürdürüldüğünü inceliyor. Bir kaç senedir hayvan hakları konularını bir çok forumda tartışa tartışa bir çok insanın, özellikle de Kuzey Amerikalıların farklı konularla ilgili düşüncelerinin sadece kendi düşünceleri olduğunu sandığını keşfettim.

 

Sosyolojik olarak bu durum aşırı derecede bir naiflik örneği. Sosyal hayvanlar olarak insanlar aynı anda hem özgürdür, hem de özgür değildir. John (Lennon) ve Yoko’nun 1970’li yıllarda doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, bizler bir  hapisanenin içine doğuyoruz, bir hapisanede büyüyoruz, ve okul adı verilen bir hapisaneye gidiyoruz. Ayrıca bir hapisanede seviyor, ağlıyor ve düş görüyoruz. Daha sosyolojik anlamda, belki insanın özne ve eyler  oluşunun sürekli olarak bir çok sosyal güç tarafından kısıtlandığını söyleyebiliriz. Berger ve Berger’in sosyolojiye biyografik bir yaklaşımın bir versiyonu olan kitaplarının kapağında bir kafes içinde gazete okuyan bir adam resmi vardır, adamın hemen yanında da bir televizyon ve fırın görürüz. Lennon ve Ono’nun hapisane dediği şeye Berger ve Berger kafese konulmak ve kontrol edilmek diyor.

Elbette kendimiz hakkında şöyle düşünmek hoşumuza gitmeyebilir. “Ah, hayır, ben değil, ben orijinalim. Özgürüm, bir benzerim daha yok”. Sosyolojik olarak bu olsa olsa bir hüsn-ü kuruntudur: öyle ya da böyle bir dereceye kadar hepimiz toplumun normları ve değerleri  tarafından şekillendiriliyoruz. İşte hayvanları koruma hareketinde ve toplumda hayvan refahçılığının bu kadar yaygın olmasının en temel sebeplerinden birisi  ya da o temel sebebin kendisi, budur.

O halde, bir dereceye dek, bizi toplum yaratır ve toplum şekillendirir. İnsan ve insan olmayan canlıların arasındaki ilişkiler açısından; felsefe, teoloji, günlük toplumsal pratikler ve ideoloji, devam eden sosyal söylem etkili bir şekilde yeterli farklılık denen şeyi inşa eder, bu da karşılık olarak insanlar ve diğer hayvanlar arasında anlamlı ahlâki bir mesafe  yaratır.

Gerçekten de, zaman içinde, insanlar ister kapasite, ister akıl kullanma becerisi, dil ya da alet kullanımı gibi diğer farklılıklar olsun, her türden farklılığın altını çizerek hepsinin ahâken bağlayıcı ve  önemli olduğunu  ilân etti, bunu yaparak da milyarlarca hissetme yeteneğine sahip canlının statüsünü geçersiz kılmış ve  insan türünden olan ve  insan türünden olmayan hayvanlar arasındaki evrimsel akrabalığın bağlarını çok etkili bir biçimde hasara uğrattı.

Jasper haklı olarak modern insanların diğer hayvanlara iki sömürü oryantasyonu ile yöneldiğini söylüyor. Birinci oryantasyon diğer hayvanların kaynak olarak kullanılmasının kabul edilmesidir; diğeri ise daha çok duygusal bir oryantasyondur, meselâ evcil hayvanların “beslenmesi” gibi; aslında bu ikinci kategoride de araçsal bir niyetten söz edilebilir, örneğin hayvanlar pet showlara, hatta yetenek yarışmalarına sokuluyorlar.

İnsan ve hayvanlarla ilgili dominant insan hakları pozisyonlarına eklenen, ve çoğunlukla ekonomik olarak sürdürülen hayvan kullanımından yana argümanlar ahlâki statükoya yönelik oryantasyonları sürdürmeyi amaçlar.  Çeşitli refahçı grupların hayvanların insanlar tarafından sömürülmesini finansal ve ideolojik olarak meşrulaştırma amacını güttüğü ortada.

Sosyologlar sık sık  insan ve insan olmayan canlıların etik statüleri ile ilgili tavırların korunması adına ömür boyu süren toplumsallaşma süreçlerinin yaşamsal öneme sahip rolünün altını çizerler. Günlük deneyimler diğer hayvanlara yönelik toplumsal oryantasyonları çoğaltırken, kendi yaşam alanları ve kimlikleri diğer hayvanları kullanmaya bağlı hale gelmiş insanların profesyonel toplumsallaşması ise bireylerin hayvan refahından yana kavramsallaştırmalarını daha destekler bir  hâl alıyor.

Bu tür faktörlerin ışığında yapılan sosyolojik bir analiz, bireylerin “pratik eden tür ayrımcıları” şeklinde toplumsallaşması olgusunun-yani modern toplumlardaki insanların büyük çoğunluğunun- herşeye uzanan sonuçlarını görmezden gelemez.

Diğer hayvanları rutin olarak sömüren diğer kültürlerde “hayvanlar ne yaptıklarını bilmez” şeklindeki cümleler aynen çocuklara da uygulanabilir. Her gün, hissetme özelliği bulunan diğer canlılara “et” şeklinde yaklaşıp ve öteki varlıkları “oyuncak” ya da kişisel/aileye ait eşyalar olarak adlandırıyorlar. Sosyal öğrenmelerinin bir çok alanında çocuklar hayatlarının ilk yıllarından itibaren herşeyi kapsayan ve derin   bir tür ayrımcısı ideoloji ile hayvanların insanlar tarafından kullanılmasını akla gelebilecek bütün biçimleriyle kabul ediyorlar:hayvanların et, oyuncak, alet ve eğlence aracı olarak kullanılmasını kabul ediyorlar.

İnsanlar bu değerleri içselleştiriyorlar, bu değerlerden bağımsız olmak hem zor hem de bunun bedeli ağır, insanlar bu değerleri kendi insan oluşlarının içsel parçaları olarak algılıyorlar. Bu yüzden hiç bir vegan varlıklarının diğer insanlar tarafından küçümsenmesine ya da sosyal anlamda bir sapma olarak görülmesine şaşmamalı.

Hayvan haklarını savunanlar açısından bu durumun önemi son derece açık; çünkü kök sosyal değerler söz konusu olunca çoğu insanın yaptığı en basit  şey o değerlere uymaktır.

İşte insan ve insan olmayan canlılar arasındaki ilişkiler söz konusu olunca çoğunluğun dominant sosyal değerler hakkında yaptığı şey budur, hayvan haklarını savunanlar kendi kişisel dönüşümlerinin bir istisna olduğunu anlamak zorundalar. Bir çok insan kendini akışa bırakır, o kadar.

Belki de hayvan haklarını savunanların insan ve insan olmayan canlılar arasındaki ilişkilerde yaygın olan ideolojiden ne kadar “sapmış”oldukları,  hayvanları koruma hareketinin insanların hayvanları maruz bıraktığı davranışlarla ilgili iddialarına rağmen hayvan refahçılığının ne kadar yaygın olduğu gerçeğinde görülebilir.

Bu tavırlar insan üstünlüğü iddialarının sosyal kavranışına, tür bariyerinin önemine ve  bu bariyerin oluşturduğu nosyonun zararlı kullanımları üzerine yapılandırılır. İnsanlar arasındaki sömürüye dayalı ilişkiler insanlıktan çıkarma süreçleriyle hayata geçirilir, bu tür sömürüleri savunanlar ve insan haklarını savunanlar, insanların insanları sömürüp, zarar verdiği ve  öldürdüğü gibi “öteki”leri de sömürüp onlara zarar verdikleri ve  öldürdükleri tür ayrımcısı kavramsallaştırmaları da kabul etmek zorunda.

İnsan toplumları sistematik olarak diğer hayvanları nesneleştiriyor; onları meta haline getiriyor, değişik tüketim araçları haline dönüştürüyor, yasa nezdinde onları legal nesneler ve mülk örnekleri olarak algılıyorlar. Eğer bir insan bir hayvana “hasar verirse”, onu öldürürse, o kişiye suç işlediği şeklinde dava açılabilir; yani bir başka insana ait bir “eşya”ya zarar verildiği gerekçesiyle suçlanır. Bir zaman legal kölelik biçimleriyle olduğu gibi, bu tür sosyal güçler sömürüye dayalı ilişkileri sürdürürler. Bunlar ayrıca gençlerin rutin şekilde sosyalleştirildiği ve çocukların hayvanlardan nefret eden hayvan sever toplumların normlarını öğrendiği tür ayrımcısı bir dünyanın değişik yönleridir.

Bizler durmaksızın İnsanın kral olduğu şeklindeki ideolojinin altını kalın kalın çizen toplumlar tarafından, hayvanlara zarar veren hayvan severler olarak toplumsallaştırılırız.Irkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi nitelikleri böylesine belirgin olan bu dünya tekrar tekrar bize dünyadaki herşeyin sadece insanlar  için var olduğunu ilân eder: insanlar hariç (pratikte insanlar da dahil) her bir şeyin insanlar kullansın diye var olan kaynaklar olduğunu söyler.

Dil, insanların diğer hayvanları ve hayvan hayatını nasıl sevdiğini, onlardan nasıl nefret ettiğini yansıtır, eşitliğe dayanmayan insan ilişkilerini sürdürmek için geleneksel insan-insan olmayan canlılar oryantasyonlarını kullanır. Bir insana “hayvan” demenin o insana negatif bir etiket vermek olduğu görülmüştür: seri katiller popüler medyaya göre insan değildir: insan olma etiketinin yüceliğini üzerlerinde taşımalarına izin verilemez, bu yüzden bu insanlara hayvan isimleri verilir, “hayvan” olarak adlandırılırlar. Bu tür insanlar sonuçta “hayvan gibi davranırlar”. Toplumlar bu tür etiketleri en zalim insanlar için rezerve ederler.

Elbette, yukarıdakilerin hiç biri ortodoks hayvan refahçılığının iddialarıyla çelişmiyor.  Tam tersine, hayvan refahçılığı pratiği ve yürürlüğünün normatif rolünün mutlak anlamda gerekli olduğunun altını çizer. İdeolojik hayvan refahçılığı teologların ve düşünürlerin son derece “doğal bir düzen” olarak bir “varlık zinciri” kurmakta haklı olduğu fikrini destekler.

Ortodoks hayvan refahçılığı şu anda var olan ilişkiler aracılığıyla hem insan hem de hayvanlar için bir çok fayda sağlandığını öne sürer. Devam eden ve tamamen kurumlaşmış sosyal süreçlerin bir ürünü ve, insanın tarım faaliyetlerinin bir parçası olan hayvan hakları insanlarla diğer hayvanlar arasındaki ilişkiler hakkındaki yerleşik ortodoks görüşlere meydan okuma konusunda zorluk çekiyor.

Şu anda, İngiltere’de ve diğer bir çok ülkede on yıllardır süren retorik hayvan hakları savunuculuğuna rağmen (daha doğrusu bu yüzden) geleneksel hayvan refahçılığının ortodoks yapısı; güvenli, çok amaçlı ve görünüşe göre sürekli uyumlanabilir bir çerçeve sağlayarak sürüp giden endüstriyel hayvan sömürüsü sistemlerini ve diğer hayvan sahipliği olgusunu desteklemeye yarıyor.

Hayvan refahçılığı, hayvanlarla ilgili hem duygusal hem de geleneksel araçsalcı tavırların köklerini sağlamlaştıran sömürücü akıl yürütmeleri ifşa edip ciddi ciddi sorgulamak yerine, onları korumaya yardım ediyor.

Şu anda hayvan hakları duruşunun hem hayvanları koruma hareketinin içinde hem de dışında yer alan ortodoks pozisyonlarla söylemsel bir tartışma içinde olduğu ortada; özellikle 2006 yılında Gary Francione kölelik karşıtı hayvan hakları duruşunu internet aracılığıyla yeniden ortaya sürdüğünden beri durum böyle. Ancak hayvan refahçılığı öylesine kök salmış, öylesine yaygınlaşmış ve normalleşmiş ki günümüzdeki bir çok hayvan hakları savunucusunun komple bir hayvan hakları talebinde bulunurken zorluklarla karşılaşmaması neredeyse imkânsız- ya da aslında refahçı bir tavır sergilemeyen hiç bir yaklaşımın zorluk yaşamaması imkânsız.

Refahçı olmayan yaklaşımlar söz konusu olduğu sürece şunu söyleyebiliriz, hayvan haklarının tamamını savunmak hayvan hakları hareketinde taktik ve stratejik seçimlerinin bir sonucu olarak görülmüştür, bir çerçeve çizme sorunu olarak görülmüştür bugüne dek. Ancak, bu konudaki isteksizliğin sebebi olarak,hayvan refahçılığının hayvan hakları duruşunu aslında hayvanların refahı sınırının ötesine geçen gereksiz görüşler olarak sunması olduğunu da söyleyebiliriz. Hahyvan haklarının yaşadığı temel bir zorluk olarak ortodoks yaklaşımın kendi pozisyonunu normal, geleneksel, akılcı ve doğru yaklaşım olarak sunma konusundaki baskın becerisine bağlayabiliriz.

Sırf bu nedenden bile, ortodoks hayvan refahçılığı kolay, kendinden emin, aşırılıktan uzak (hatta artık “terörist olmayan”) bir araç olma özelliği taşıyor, gazeteciler, yorumcular ve hayvan haklarını savunan insanlar, hayvan kullanmaktan yana politikacılar, hayvanların insanlar tarafından kullanılmasından ve maruz kaldıkları davranışlardan bu araca başvurarak söz ediyorlar. Tamamen moral bozucu bir biçimde hayvan refahçılığı bir çeşit bariyere dönüşmüş durumda, ya da bir tür filtre oldu, ve insanların gerçek ve hakiki bir hayvan hakları felsefesi üretmesini engelliyor ya da onu yumuşatıyor.

Hayvan refahçılığı hayvan hakları söyleminin son derece düzenli bir şekilde ortadan kaybolduğu, yanlış ifade edildiği, çarpıtıldığı ve yeniden yönlendirildiği bir sise dönüştü. İnsan ve insan olmayan canlılarla ilgili görüşlerinin toplum tarafından nasıl algılandığını test etmek isteyen hayvan haklarını savunan insanlar her kavşakta derinden derine içselleştirilmiş bir refahçı zihniyet tarafından , hem de aslında değişmelerini istedikleri insanlar tarafından  köşeye sıkıştırılıyorlar. Giderek daha çok sayıda insanın hayvan refahçılığı içine gömülü kalmış ideolojik esaretten uzaklaşabilmesini ümit etmek zorundayız.

http://human-nonhuman.blogspot.com

Çeviri:CemCB

http://hayvanozgurluguhareketi.wordpress.com/2011/06/05/tur-ayrimciligi-nasil-surduruluyor/#more-1136

June 7, 2011 - Posted by | sistem karsitligi, somuru / tahakkum, türcülük, doğa / hayvan özgürlüğü

No comments yet.

Leave a comment