ecotopianetwork

Hayvan Hakları Günü’nde Sorular/Sorunlar: “İsterik Kadınlar”dan Baskı-Sömürü-Tahakküme

23 Temmuz 1920’de Woman’s Leader’da Virginia Woolf’un “The Plumage Bill” başlıklı bir yazısı yayımlanır. Şapkalarını rengarenk tüylerle süsleyebilsinler diye işkencelerle öldürülen kuşların akıbetine kayıtsız kalan moda tutkunu kadınları alttan alta aşağılayan bir yazıya cevaben kaleme aldığı bu metinde, o kuşların kadınların değil erkeklerin elinden öldüğünü anlatan Woolf, geçim derdinde olmakla şapkasını süslemek arasındaki farkı teslim etmekle birlikte, kuşları koruyacak yasanın çıkarılmasının da yine erkekler tarafından engellendiğine dikkat çeker ve yazısını şu sözlerle noktalar:

 

“Fark ettim ki kuşların çektiği acılardan ziyade kadınlara edilen haksızlık üzerine yoğunlaşmışım. Yoksa kadınlara haksızlık etmek, kuşlara işkence çektirmekten daha ağır bir suç mu?”

 

* * *

 

Türkiye’de hayvan hakları denince herkesin aklına gelen mutad görüntüler vardır: İşkence gören ya da görmüş (çoğunlukla erkekler tarafından) bir hayvan (çoğunlukla “sahipsiz” bir köpek ya da kedi) ve bu mezalime karşı koymaya gelmiş ama sonunda sesi çıktığınca bağırmaktan başka bir şey yapamadığını görmüş bir kadın. Bu görüntülerin ardından zihinlerde en çok kalansa, kedi ve köpekler için yeri göğü yıkmaya hazır, zaten “başkaca da bir işi olmayan”, “isterik” bir kadın imgesidir. O görüntülerin kamuya mal olmasına vesile olan azgın şiddet, bu sahnelerin arkasında ya sorgulanmadan geçiştirilir ya da ancak “medeniyet sınırlarını” zorladığı kadarıyla, nedenlerinden ya da çözümlerinden bağımsız, “ibretlik” ve “istisnai” bir vahşet timsali olarak, bakmaya tahammül edebilenlerin zihinlerine kazınır. Ama hayvan hakları namına, bir hayvanın o şiddete maruz kalmaması gerektiği değil (ki kimsenin “teoride” buna bir itirazı yoktur), o “isterik” kadının burjuva özlemlerinin uzantısı olduğu varsayılan boş bir “pratik” kalır –kaldırılır- akılda.

 

* * *

 

“Akılsız hayvana gösterilen ihtimam akıllılara fazla gelir. Batı uygarlığı bunu kadınlara terk etmiştir.” (Adorno ve Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği)

 

Bugün dünya çapında hayvan hakları hareketinin yüzde sekseni kadınlardan oluşuyor. Türkiye’de kendini gösterdiği biçimiyle hayvan hakları faaliyetleri, kadınların, hepsi de neredeyse istisnasız erkek olan belediye görevlileriyle, itlaf ekipleriyle, yasa koyucularla düpedüz tırnaklarıyla verdikleri bir mücadele şeklinde yürütülüyor. Kadınların özgül olarak hayvan haklarıyla, genel olarak da merhamet duygularıyla özdeşleşmesi, ister feminist yazarlar Carol Adams ile Josephine Donovan’ın öne sürdükleri gibi biyolojik bir temele dayansın, isterse de erkek egemen toplumun kadına biçtiği rolün sonucu olsun, ortada inkar edilemeyecek bir manzara var: Özellikle Türkiye’de hayvanlar için yürütülen mücadele, büyük oranda kadınların erkeklere karşı ya da onlara rağmen yürütmeye çalıştıkları bir mücadele ve ana-akım feminizm ya da herhangi başka bir muhalif hareket, hayvan haklarını temel bir mesele olarak görmemesi bir yana, kadınları bu zorlu mücadelede biraraya getiren saikleri ya merak etmiyor ya da küçümsüyor. Diğer taraftan, her gün erkeklerle cebelleşen bu kadınlar da, neden “erkeklerle cebelleşmek” zorunda kaldıkları hakkında -en azından göründüğü kadarıyla- kafa yorma gereği duymuyorlar; “tırnaklarıyla” yürüttükleri mücadelenin bütünsel bir soruna dayandığını, bu sorunu kökünden hedef almadıkça hep tek tek hayvanları kurtarmaya çalışmak ve hep yorulmak zorunda kalacaklarını göz ardı ediyorlar.

 

* * *

 

Temelde baskıya ve sömürüye karşı çıktığını söyleyen felsefeci Peter Singer’ın Hayvan Özgürleşmesiadlı kitabı 1975’te yayımlanmış. Hayvan özgürleşmesini, siyah özgürlük hareketinin ve kadın özgürleşmesinin mantıki sonucu olarak kuran, hissetme yetisine sahip varlıkların insan amaçlarına hizmet eden araçlar olarak muamele görmesinin günümüzde kabul edilen değerler çerçevesinde hiçbir meşruiyeti olmadığını gösteren, tür ayrımcılığının da ırk ve cinsiyet ayrımcılığından farksız olduğunu savunan Singer’ın kitabı, o tarihten bugüne hayvan hakları hareketinin en temel esin kaynağı olmuş ve milyonlarca insanı vejetaryenliği benimsemeye teşvik etmiş. Carol Adams, Josephine Donovan, Alice Walker gibi feministler hayvan hakları konusunda tezler geliştirmişler. Anti-kapitalist hareket içerisinde, hayvan haklarını yoksulluk, küreselleşme ve çevresel tahribat gibi meselelere eklemleyerek ele alan pek çok aktivist ve yazar var.

 

Artık Batı’da hayvan hakları, gerek kuramsal gerek pratik düzeyde, “düzeni sarsıcı” hamleler gerçekleştiren, hayvan deneyleri ve sınaî hayvancılık gibi alanlar başta olmak üzere tedrici de olsa bazı iyileştirmeleri kabul ettirmeyi başaran bir hareket. Pek çok üniversitenin hukuk fakültelerinde, felsefe bölümlerinde hayvan hakları dersleri mevcut. Hayvan haklarını savunan hukukçular, vejetaryen yemek seçeneği talepleri karşılanmayan mahkûmların, hayvanlar üzerinde deney yapmak istemeyen tıp ya da veterinerlik öğrencilerinin dava açma seçeneklerinden söz ediyor. Sınaî hayvancılığın ve hayvan deneylerinin beşiği olan Batı, hayvanlar üzerindeki şiddeti sınırlarına vardıran ve böylece bu şiddetin -ne kadar kapalı kapılar ardına gizlemeye çalışsa da- çok daha çıplak şekilde ifşa edilmesine yol açan teknolojisiyle, kendi yarattığı canavarı yok etmeyi dert edinen bir hareketi de yaratmış. Elbette pek çok Avrupa ülkesinde hukuki düzeyde benimsenen anlayış, hayvanların “daha az acılı” ve daha “medeni” yollarla öldürülmesi ilkesinden ibaret. Ama en azından “ciddiye alınan” ve taleplerini dayatabilen bir özgürleştirme hareketi var. Bu hareketin 30 yıllık geçmişi, kuramsal altyapıyla beslenen pratiğine dayanıyor.

 

Hayvan Özgürleşmesi Türkçe’de 2005 yılında basıldı. Bunun ardından Birikim dergisi Temmuz 2005 sayısında Peter Singer’dan Tom Regan ve Gary Francione’ye, Carol Adams ve Donovan’dan Vandana Şiva’ya kadar, modern hayvan hakları hareketinin öncü tezlerine yer veren bir dosya yayımladı. Birgüngazetesinin Pazar ekinde hayvanlara ayrılan bir sayfa var. Türkiye’de hayvan hakları, yavaş yavaş da olsa, “isterik kadınlar-cani belediye ekipleri” formatındaki magazinel sunumun, ya da “Avrupa Birliği yolundaki medeni” görüntümüzü bozduğu için eleştirilen kanlı kurban bayramı sahnelerinin ötesinde, özellikle sol perspektife dayanan, “baskı”, “sömürü”, “tahakküm” gibi terimler çerçevesinde dillendirilen siyasi bir mesele olarak ifade edilmeye başlıyor. Elbette ana-akım medyanın dışındaki mecralarda, küçük kıpırdanmalar şeklinde…

 

Bu noktada şu soruları sormak anlamlı görünüyor:

Feminizm, hayvanlara yönelik şiddeti ve medya temsillerinde ya da dilde hayvanların kadınsılaştırılması/kadınların hayvansılaştırılması olgusunu temel meseleleri arasına dahil edebilir mi? Kadınların (da) tükettiği gerçek piliçlerden, erkeklerin tükettiği “piliç”lere uzanan yolu kendi perspektifiyle ifşa edebilir mi? Türkiye’de ve dünyada hayvan haklarının kadınlarca sahiplenilmesi olgusuna dişe dokunur bir açıklama getirmeyi dert edinir ve o kadınların mücadelesini, magazinel temsillerin ötesine taşıyıp bütün muhalif kesimlerin kucaklaması gereken, anti-militarizm gibi bir harekete dönüştürecek bir zemin sunabilir mi? Kadınlara haksızlık etmenin de, kuşlara işkence çektirmenin de ağır suçlar olduğunu kabul edebilir mi? Şiddete, tahakküme, insan ya da insandışı bütün varlıkların nesneleştirilmesine karşı çıkan sol, yeşil, çevreci vs. bütün muhalif hareketler, bu hareketin kuramı ve pratiği üzerine eleştirel de olsa fikir geliştirmeyi, çözüm bekleyen “daha acil” sorunlar olduğu gerekçesiyle bir “lüks” olarak görmekten vazgeçebilir mi? Acı çekebilen, mutlu olabilen, kendine özgü bir duygusal-sosyal hayatı ve insanlar kadar özgürleşmeye ihtiyacı olan diğer hayvanları birer nesne olarak görmemeyi salık veren hayvan hakları kuramlarının, kendi ideallerine temel oluşturan etik değerlerin bir uzantısı olduğunu görebilirler mi? Değiştirmeye çalıştıkları dünyanın hayvanları mahkûm ettiği konumu sorgulamakla, aslında ne kadar çok şeyi sorgulayacaklarını fark edebilirler mi?

Elçin Gen (07.10.2005)

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=57

January 25, 2011 - Posted by | kadın ve doğa / ekofeminizm, türcülük, doğa / hayvan özgürlüğü

1 Comment »

  1. BÜYÜK SÜRÜ İDEOLOJİSİ.
     
    R.T. Erdoğan’ın Bayram mesajından…: ” Diyorlar ya ‘bizim yaşam tarzımıza karışıyor’. ‘Nereden çıktı bu 3 çocuk meselesi’ filan diyorlar. Böyle bir yasa yok. ben sadece bir başbakan olarak en az 3 çocuğu tavsiye ediyorum. Bu benim en doğal hakkımdır” dedi. Erdoğan sözlerini, ” Kimseye kalkıp silah dayatmıyoruz. Yasal bir mecburiyette yok. Ben bu davaya gönül vermiş kardeşlerime diyorum ki, en az 3 çocuk bu millete hibe edin, lütfedin diyoruz. Bu milletin güçlü olması lazım. O da nerden geçiyor? İnsan denilen o şerefli mahluktan geçiyor.Eşrefi mahluk olan bu insanı, bu işte bu anneler yetiştirecek.Onun için ben bu annelerden bunu istiyorum.Ha yapmayacak, yapmasın. Böyle bir derdimiz yok. Biz Ak parti olarak böyle bir teklifi yapıyoruz . Böyle bir yasa da yok. Böyle bir şey de yok. Bu isteğe bağlı. Bunu da müsaade edin de söyleyeyim. Bu kadar hakkım olsun. Yani bunu Rusya Federasyonu’nda Vlademir Putin söylediği zaman oluyor da. Türkiye’de Tayyip Erdoğan söylediği zaman niye rahatsız oluyorsunuz ?”şeklinde konuştu. 

    ANNELERE GÜVENİYORUM…. 

    Avrupa ülkelerinin doğumla ilgili çok ciddi parasal destekler verildiğini anımsatan Başbakan Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: Onlar bu desteği verdikleri zaman oluyor da. Biz daha bu tür desteklere girmedik. Öyle birşey yok. Niye rahatsız oluyorsunuz? Bu milletin yükselmesi lazım. 76 milyon değil inşallah daha fazlası..Ben annelerimize güveniyorum. Ak partiye gönül veren annelere güveniyorum. Bunun haysiyetli mücadelesini verecek olan annelere, tabiki babaların da destek olması gereğini de hatırlatmak istiyorum…. (Kaynak: Radikal)
     
    Erdoğan’ın bu sözleri, Osmanlı döneminde devşirme toplayan memurların yaptıklarından fazla farklı değil. Rumeli’ne gönderilen Osmanlı memuru, Rum, Sırp veya Arnavut’un beşikteki çocuğunu elinden almak için hemen silahı çekmiyordu tabi! Önce güzelce istenirdi, bunun Osmanlı devleti ve milleti için yapıldığı ve de kutsallık taşıyan hanedanlığın devamlılığı için olduğu söylenirdi… Erdoğan’ın, ” Kimseye kalkıp silah dayatmıyoruz.Yasal bir mecburiyette yok. Ben bu davaya gönül vermiş kardeşlerime diyorum ki, en az 3 çocuk bu millete hibe edin, lütfedin diyoruz.” demekle, Osmanlı devşirmeci memuru gibi çalışmadığı imajını vermesi burada bir anlam ifade etmez!
    AKP’ nin temsil ettiği idolojik önderlik, Osmanlı’nın her şeyi gibi bu devşirme taktiğine de hayrandır.
    Bu anlamda politik iktidarın toplumsal iktidarı kendine tabi kılma süreci her alanda hızlanıyor. Milyonlarca cahil kadın bu sözleri duyduğunda, hipnotize edildiğinde, doğurulup, doğurulup sokağa atılan, yetiştirilemeyen, eğitilemeyen bu kadar çalak çocuk ne olacaktır? Dünya’da genç nüfusun göçe en çok zorlandığı ülkelerden biri hala Türkiye’dir. Önce bunu düzeltmek gerekir.Genç nüfus, sadece Avrupa’ya değil, Arap ülkelerine, hatta Barzani’nin petrol şirketlerinde çalışmak için bile can atıyor! AKP burada, iş güç sorunundan ziyade onların ilkel damızlılıklarından yola çıkıyor. Türkiye şu an zaten eğitim ve öğretim alanında dünya sıralamasında geri sıralarda duruyor. İşsizlik artmaya devam ediyor! Buna rağmen, sanki Türkiye’nin nüfusu, Rusya veya Almanya gibi azalıyormuş gibi oralara benzetmelerde bulunmak demagojidir.
     
    ”Ne kadar çok olursak daima daha iyidir” felsefesi, ilkel çağların primitif güdüleri üzerinde yükselir ve günümüzde faydadan çok zarar verir!
     
    Damızlık toplumlar daima kısa ömürlüdür, Hunlar veya Moğollar’ın adları modern dünyada küfür anlamında kullanılır.
     
    Neo-Osmanlıcı duruşa ideolojik destekten yolan çıkan AKP yöneticileri, toplumu dönüştürme projesi çerçevesinde önlerindeki bütün engelleri tek tek ortadan kaldırmaya devam ediyorlar.
    Sunni mezhebi esas alan AKP, çevresi bir mezhep savaşı ile yanan bir alanda büyük bir yıkımın ön şartlarını oluşturmaya devam ediyor. Bu temelde, Türk Devleti’nin kendi içindeki önemli Alevi potansiyelini etkisizleştirme konusunda yoğun faaliyet içinde olduğu, son Askeri Şura kararlarında olduğu gibi, Ordu’da yapılacak temizliğin devam edeceği sinyali verilmiştir.
    Alevi ve Kürtler için yeni rejim altında yaşam şartları daha da zorlaşacaktır.
    Devlet kurumlarında ki tüm Alevi ve Kürt’lerin fişlenmesi ve kilit noktalardan uzaklaştırılmaları kaçınılmazdır. Alevi kökenli birisi artık çavuş bile yapılmayacaktır. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, hanımlarına Türban taktırtmayan subaylar terfi edilmeyecektir.
    AKP iktidarı, Suriye’de Sunni bir devlet kurmak için başta El Nusra olmak üzere 13 şeriatçı örgüte yaptığı silahlı yardımları artırarak, savaşta iyice pişen kadrolarını sadece Suriye’de ki Alevilere karşı değil, aynı zamanda Türkiye’de ki Aleviler’ e karşı da kullanacaktır.
    Askeri Şura’ dan verilen sinyal şu anlama geliyor: ‘Yeni Türk ordusu, Sunni, tarihsel olarak sürdürülen Suud-Yavuz çizgisinde hareket edecektir.” Kemalist Ordu’ya güvenen Alevilerin imhasına kadar uzanabilecek bu yeni süreç, yakında daha büyük temizliklerle hızlandırılacaktır.
    Siyasal islamcı iktidarın önündeki en büyük engeller ortadan kaltığına göre, Suriye ve Irak mehzep çatışması temelinde dışa yayılma süreci başlayacaktır. Komşu ülkeleri işgal etmek için adeta yanıp tutuşan AKP iktidarı, Irak ve Suriye’nin iç işlerine müdahale etmeye bu anlamda hız verecektir. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de bir mezhep savaşına oynadığını gösteren somut kanıtlar var. Nitekim, Türkiye bölgede gelişecek bir mezhep çatışmasına seyirci kalmayacağını, bizzat başbakanın ağzından açıkça ilan ediyor.
     
    Taksim gezi eylemleri ile açılan yeni süreç, Avrupa’da faaliyet gösteren onlarca tarikat ve cemaati zor duruma düşürdü. Çaktırmadan her tarafa sızan, her yıl milyarlarca kara parayı Türkiye’de aklayan ve AKP rejiminin bel kemikleri olan Avrupa düşmanı politik islamcılar, Erdoğan ve diğer sertlik yanlılarının yaptıkları hatalar ve verdikleri açıklar yüzünden problemli bir döneme girdiklerini sezdiler. Avrupa’ da şimdiye kadar uyuttukları salon sosyalistlerinin, sözde Hiristiyan demokratların, bunak yöneticilerin bu yüzden uyandıklarını, kendilerinden şüphelenmeye başladıklarını ve zaman içerisinde verdikleri destekleri bırakacaklarını anlamaya başladılar. Avrupalıları kandırmak için, sözde ılımlı geçinen, bazı bürokratları maskeleme olarak kullanan politik İslamcılar, yıllarca, aşırı sağcı politikaları, solcu kılığına girerek, aşırı dinci politikaları, kardeşlik ve dostluk yalanları ile gizleyerek güçlendiler. Sadece Almanya’ya, 35 yıllık bir zaman dilimi içerisinde 9 000′ den fazla cami veya mescit kurdular. Her taraf kuran kursu ile dolup taştı… Bütün Avrupa şehirleri, bebeklerden başlayarak beyin yıkama faaliyetleri yürüten binlerce organizasyon tarafından adeta parsellendi. Avrupa ülkelerini din, Allah hizmetleri vs.. yalanları ile kandırarak milyonlarca sübvansiyon alan ve örgütledikleri insanlardan aldıkları haraçlarla büyüyen bu tarikat ve cemaatler çetevari yatırımları da yaparak devleştiler…
    Avrupalılar bu türden beklenmedik yapılar karşısında adeta aciz kalmışlardı. Her istediklerini koparıp alan, 100 000 lerce insanı kontrol altında tutan politik islam’a karşı bir alternatifleri olmayan zavallı politikacı ve dini liderleri en sonunda yine onların kanı ile beslenen AKP uyandırdı. Avrupa Parlamentosu’nun açıklamasını ‘Avrupa’yı tanımıyorum’ diye reddeden Erdoğan, sürece yeni bir yön verdi, artık işler eskisi gibi yürümeyecektir. Bu işin Viyana’sı da buraya kadar!
     
    3 000 civarında Türk’ün yaşadığı bir İsviçre kasabasına 7 tarikat ve 6 politik organizasyonla toplumsal piskoloji kuran, Türk islam sentezi adı altında Irk Din mafiası oluşturarak milyonlarca inanı haraca bağlayan tarikat ve cemaatler, her ağacın kurdu kendisinden olur misali, hiç beklemedikleri yerden ilk darbelerini aldılar.
     
    TÜRBAN BİR ÜNİFORMADIR.

    Türban bizim üniformamızdır ( N. Erbakan)
    Türban bir “tekgiyim”dir (üniformadir). Onu giyen kişi, sizin yüzünüze bagırarak: “ben islamcıyım!” der…
    Erdoğan’ın malları mülkleri olan Kadınların esareti yeni aşamaya giriyor: Türban, çarşaf üretimi son 7 yılda %800 artış gösterdi.
    Kadınları, İslamcı militan yetiştiren bir çeşit yumurtlama makinesinden farksız gören R. T. Erdoğan onları aşağılamaya devam ediyor. Erdoğan, İslamcı gericiliği cesaretlendirerek büyük şehirlerde dahil olmak üzere, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal manzarasını değiştirmeye hız verdi. Bazı hükümet daireleri çalışma programlarını namaz saatlerine göre düzenliyor ve tamamen gerici bir önlem olarak liselerde erkek ve kızlar ayrılıyor. Müslümanlar için Ramazan ayında lokantalar alkol servisini durdurmaya devam ediyorlar ve polis alkol ve sigara içtikleri için insanları vahşice avlamaya hız verdi. Yakın Doğu’da yükselen siyasî İslam’ın etkileri peçe ve başörtüsünün giderek yaygınlaştığı İstanbul’da bellidir. Bugün, herhangi bir tür örtü, Türk kadınlarının yüzde 70’ından fazlası tarafından takınılmaktadır.
    İnsanların yatak odalarına girip yapılacak çocuk sayısını belirleyerek, henüz doğmamış çocuklara dahi musallat olmaya çalışan AKPliler, ” ne kadar fazlası olursa, AKP o kadar uzun yaşar” felsefesi ile, “zorla evlendirilen,görücülük vs..usulleri ile evlenme veya çok eşlilik” şeklinde devam eden islami doyumsuzluğun çeşitli şeklillerini kuvvetlendirerek kadınları bütün tahakküm araçlarının karşısında yapayalnız ve savunmasız bırakmaktadır.

    Bu örtülerin arkasında daha büyük bir drama yaşanıyor! AKP iktidarı 12 yılına girerken kadın cinayetleri ve şiddet, taciz,tecavüz, çocuklara yönelik cinsel istismar dikkat çekici oranda arttı! İşte rakamlar ve oranlar: 2002-2013 yılları arasında kadın cinayetleri oranında % 4100 artış olduğu belirtildi. Bakanlık, 2002-2013 yılları arasında fuhuş suçlarının % 620, ırza geçme ve çocuklara cinsel taciz suçlarının %925 arttığını belirtti. her gün en az 325 kadın şidette uğruyor. TÜİK verilerine göre 2002 yılında kadın cinayet sayısı 66 iken 2013 yılında bu sayı 3550 ye çıkmış kısaca 2005 – 2013 yılları arasında kadın cinayetleri sayısı 7.190 olmuş. aynı yıllar arasında 5074 kadın tecavüze uğramıştır. Ayrıca; fiziksel ya da cinsel saldırıya uğrayan kadınların % 188’inin bunu gizlediği belirlenmiştir.
    Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye 134 ülke arasında sondan 4. sıradadır ve AKP iktidarında devamlı bir gerileme göstermiştir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarına göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 90 artış yaşandı. 2002-2013 yılları arasında, 300 binin üzerinde kadın cinsel saldırıdan mağdur oldu. 2013 yılının ilk 6 ayında 600 kadın, 69 çocuk ve 5 bebek öldürüldü. 338 kadına tecavüz edildi, 375 kadına ve 35 bebeğe şiddet uygulandı ve 671 kadına taciz uygulandı.. Şimdi AKP rejiminde Başı kapalı kadınların sergilediği görüntünün ardında korkunç işsizlik ve yoksulluğun damgasını vurduğu, barbar, yüzyıllarca süren kadın karşıtı uygulamaların içine kilitlenmiş geniş bir ülke bulunmaktadır. Siyasî İslam’ın güçleri, Türkiye’nin yazgısını kimin şekillendirip, kazançlara el koyacağı hesabını yaparken kadınları da birer savaş malzemesi olarak kullanmak istiyorlar.
    Erdoğan ve İslamcı kadın gruplarının iddialarının tersine, örtü “dinî özgürlüğün” uygulanmasının bir örneği veya bir tanrıya adanmışlığın göstergesi değildir. Hristiyanların haçı veya Yahudilerin takkesi gibi sadece dine üyeliğin gerici bir simgesi de değildir. Örtü, kadınların erkeklere boyun eğmelerinin fiziksel simgesidir; onların ast konumlarının sürekli, dayatılmış teyididir. Gerici şeriat yasalarının (İslamcı hukukun) kadınlara dayattığı tecrit edilmenin (inzivanın) evin dışına uzantısını temsil etmektedir.Kadının bedenini örtmesini ilginç bir kültürel özellik veya sadece bir giyisi “seçimi” olarak göstermek saçmalıktır. Başörtüsü, bedene hapishane olup altındaki giyeni boğan çarşaftan veya peçeden daha az eziyetli olabilir, fakat bunların hepsi kadının tam olarak insan olmayıp mülk olduğu görüşünü yansıtıyor. Örtü (ve peçe), İran, Suudi Arabistan ve bunların ötesinde faaliyet gösteren gerici İslamcı güçlerin toplumsal programının çarpıcı göstergesidir ve kadınlar için tam kulluktan aşağı bir anlama gelmemektedir.
    Baskıcı ülke yönetimlerinin simgeler ve sembollerle sürekli olarak yapılacak propagandaya büyük ihtiyaç duydukları gerçektir. ”yavaş, yavaş” ninileri ile ilerleyen AKP’de bir kaç göstermelik vekil dışında, basında ve diğer yerlerde AKP için çalışan bütün kadınların türbanlı olmaları, Erdoğan’ın Askeri şura toplantısında masalarda ki suyu kaldırtması, generallerden buna karşı çıt çıkmaması, İslamizmin restorasyonunda gelinen süreç hakkında bir indikasyon vermektedir.

    Camileri dama taşı, minareleri süngü, imam hatipleri de arka bahçesi olarak gören bir zihniyetin bütün okullara girebilmek için kullandığı siyasi bir işaret olan türban, iddia edildiği gibi masum bir başörtüsü değil. Bu yeni üniformadır. Siyasi bir üniforma olarak kullanılan türban, tek tip bağlama şekliyle takan herkesin aynı görünmesini sağlar ve bir yere aidiyet belirtir.

    Türkiye’nin temel sorunu olan bu Kadın istismarı ve kadına karşı şiddet aşırı bir artışı devam ederken, baş sorumlunun kadınlar üzerinden siyaset yapması, onlardan daha fazla çocuk doğurtmak için kışkırtmalara devam etmesi bunu İslamcılık için bir mücadele metodu olarak ele alması esef vericidir.

    Nüfus patlamaları yoluyla hegemonya kurmak, başka toplumlar üzerinde baskı, onların yaşam alanlarına, sayısal güç, yapmacık çoğunluklar yaratarak müdahale etmek, bilindiği gibi ilkel çağlara tekabül eden ve Osmanlı’ların da başarı ile uyguladıkları bir politikadır. Bütün Anadolu toprakları, bu strateji ile yaratılan yapay çoğunluklar sayesinde etnik temizliğe uğramıştır. Anadolu’nun bütün yerlileri yokedilerek, ucube, dejenere yeni bir millet yaratılmıştır.
    İslamcı güçler ele geçirecekleri yerlere, önce fakir fukara adı altında göçmenler sokar, arkasından da yağma ve talan için seferlere başvururlardı. Araplar’ın bir kaç kabile ile başlattıkları bu yayılmacılık taktiği günümüzde biçim değiştirerek devam ediyor. Sonradan İslam dinini yayma adı altında yağma ve talancılığın öncülüğünü üstlenen Osmanlılar, ekarte ettikleri milletlerin çocukları da ellerinden alarak, devşirme sistemince onları Türk Müslüman yaptılar.
    R.T. Erdoğan, bu devşirme silahına sahip olmadığı için belki de yanıp tutuşuyor ama o ortalığı kuru kalabalıklarla doldurmak için, hayranı olduğu padişahlardan daha fazla olanaklara sahip..! Erdoğan, doğum başına vereceği yardımı çoğaltmaya hazırlanıyor: ”…en az 3 çocuk yapın, doğurun, doğurun, daha fazla doğurun, bu yolda her şey mubahtır, ne duruyorsunuz, biz bunu boşa mı söylüyoruz”, diyen Erdoğan’ın, sanki damızlık bir millet yönetiyormuş gibi, başka ülkelere kaçmak için çırpınan, karnını zor doyuran milyonların yapacağı çocukları ne yapacağı, bunları nerelerde kullanacağı bir bilmeceye dönüştü! 1965 lerden itibaren en az 16 milyona yakın türk kendi topraklarını terkederek başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine yerleşti. Bu sayıyla Türkiye insan ihracatı listesinin başında durmaya devam ediyor. kendi insanını hangi nedenden olursa olsun, başka ülkelere göçe zorlayan bir sistem, din, ve kültürü terketmemek, kaçanları elde tutmak için gerekli önlemleri almak yerine, daha fazla kaçacak insan yaratmak için zorlayıcı veya teşvik edici tetbirlere başvurmak, daha çok insanın kafasını karıştırmaya başladı. tabii olmayan bir yolla, yapay metotlarla üretilen bu kalabalıkların geleceği ne olacak ki? Ya askere gidip mayına basacak, ya kahvede akşama kadar okey atacak, ya da başka ülkelere kaçacaklardır…
     
    Türkiye, yüz karası insan ihracatında dünyada 1. sırayı tutmaya devam ediyor!. Ekonomi gelişiyorsa Migrasyonun durması gerekmez mi?
     
    Avrupa’ ya milyonlarca cahil cuhul insan ihraç edilmiş, bunlar yarli halklara düşman olarak örgütlenmiş, kadınlarına Türban veya benzeri üniformalar giydirilerek, mevcut toplumla kaynaşmaları yasaklanarak, karşıt bir güç olarak ortaya çıkarılmışlardır. Bu rezalet duruyorken AKP yöneticileri daha çok çocuk yapın demeye devam ediyorlar! Erdoğan, bu çocuk doğurtma savaşını, sidik yarışına dönüştürdü. Erdoğan’dan önce bu konuyu en ciddi şekilde devlet stratejisi yapan Alman Nazi lideri Hitler olmuştur.
    Esasen bugün Erdoğan’ın Türkiye’de uyguladığı ”çocuk parası, yardımı”, ilk defa Hitler tarafından, ”üstün ırk” diye tanımlanan Alman ırkının üstünlüğünü sayısal anlamda korumak ve dünyayı ele geçirmek için uygulanmıştır.
    Aynı şekilde, Erdoğan’ın sık sık bağırarak tekrarladığı, ”tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan…” sloganı da, Alman Nazi’lerinin ana sloganlarından bir tanesidir.
    Bu noktadan da anlaşılacağı gibi, Erdoğan’ın temsil ettiği Milli Görüş ideolojisi, Arap Milliyetçiliği olan İslamcılık ile Alman Irkçı nazı ideoljisinin bir karmasıdr.
    Farklı ideolojiler, nüfusa da farklı biçimde bakar. Mesela İslamcı milliyetçilerin kafası, “Büyük Nüfus = Güçlü Türkiye” şeklinde çalışır.
    Ne var ki bu, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir fikirdir. Orduların kafa kafaya geldiği, sayısı fazla olanın genellikle savaşı kazandığı bir dönemdi o… İleri teknoloji ve nükleer silahlar bu bağlantıyı çoktan kopardı. Gökyüzüne hâkim misin, uzaya hâkim misin, Biz 76 milyonla yakar yıkar demekle bir yere gidilemez.
    TSK’nin, “Güçlü Ordu = Güçlü Türkiye” denklemi nasıl yanlışsa, Irkçı islamcı milliyetçiliğin “Büyük Nüfus = Güçlü Türkiye” denklemi de yanlış…
     
     
    AVRUPA’YA GİRİŞ SORUNU!

    Asker doğan savaşçı fertler, non-stop savaş ideolojisi ve piskolojisinden kurtulamayan bir kültür yapılanmasıyla sivil bir topluma entegre olmak doğal olarak zordur. Avrupa’ya düşmanlık edilerek oraya girilemez, kültürünü, yaşam biçimini beğenmediğin, sana tamamıyla ters düşen bir sisteme bağlanman tabiata aykırıdır. Çin, İslam birliğine üyelik müracaatında bulunmuyor, Kendisine has bir kültürü olan Japonya AB ülkelerine, üyelik için yalvarmıyor!, Suudi Arabistan, sosyalist bir pakt için can atmıyor. Peki dinci Sunnici AKP’nin, kendi idolojisine zıt bir sisteme yamanmak için çırpınması ne ile açıklanabilir?
    AKP’nin kurmaya çalıştığı, başkanlık sistemini de esas alan yeni islam rejimi, diktacı yetkilerle donatılmış bir tek adam rejimi olacaktır. Bu tek adamın, yani Erdoğan’ın siyasal olarak Türkiye’yi düzenlemesine imkân sağlayan bütün temel direklerinin kurulması sürecinin, yalan ve palavralarla, Avrupa’ ya ”demokratikleşmek süreci” diye tanıtılması, bir taktiktir.
    Dünyada bir sürü paktlar var ve yenileri de sürekli oluşma halindedir. Avrupa kültürüne zıt bir kültürü Türkiye’de hakim kılmaya çalışan AKP rejiminin, o pakta girmek için çırpınmalaraı iki yüzlülüktür. Avrupa Birliği oluşumu sadece bir kaç tefecinin, kap kaçtının, çalıp çırpmalarını düzenleyen bir sistem değil, ondan daha önemlisi ortak bir mentalite birliğine gidiş projesidir.
    Buraya üyelik için baş vuran veya girmek için çalışma yapan ülkeler, iki yüzlüce, hem tam tersine gidip, hemde ”almıyorsun beni işte…’ diye ortalığı velveleye vermiyorlar.
    Türkiye’de Avrupa’i olan ne varsa onu kökten silme açılımı yapan AKP’nin bu üyelik çığırtkanlığı şaibelidir.
    Avrupa ülkeleri şimdilik bu tarikat ve cemaatlere, milyonlarca kandırılmış cahil insana müsamaha gösteriyor diye, oraya istila için girme heveslerine kapılmak büyük bir tuzak olabilir.
    Demokrasiye sahip ülkelerin kalbi olan metropollerine binlerce Cami, mescit kurulmasına, on binlerce dinci militanın kitlelerin beyinlerini yıkayarak örgütlemesine izin veriliyor, her tarafa kuran kursları açılıyor, ezanlar yüksek sesle okunmaya başlanıyor diye, Avrupa’yı Sunni İslam’la ele geçirme hayallerine kapılmak için zamanın henüz erken olması gerek…!
    Bu da AKP’ nin 5.kol olarak doğan Müslüman askerlerinin taktiği olsa gerek!
    AKP, Milli Görüş örgütü temelinde esasen hem teorik hem de pratik anlamda Avrupa kültür ve tarihinin, değer ve yargılarının, onun en temel yaşam şekillerinin karşısındadır, tek bir ortak noktaları bile yoktur: kiliseleri Camilere çevirmek istiyorlar, Avrupalıların kıyafetlerinden tutun, yiyeceklerine, kadın-erkek ilişkisinden, muzik ve sanata, normal Avrupalı’nın en basit yaşam şekline karşılar. Bu haliyle 180 derece tezatla, hangi birliktelikten bahsedilebilinir!
    AKP’yi kuran tarikat ve cemaatler Avrupa’ya düşmanlıklarına devam ediyorlar. Milli Görüş tarafından Avrupa toprakları üzerinde örgütlenen kitleler, Avrupa halkına kin ve nefret kusuyorlar! Erdoğan’ın ”daha fazla çocuk, daha fazla doğurun..” kışkırtmasıyla iyice çoğalan ilkel kitleler tatamıyla İslamcı ırkçı tarikat ve sözde sivil örgütlerin denetminde getto adacıklarına dönüşüp, Hünkar’ın şanlı girişini beklemekten başka bir hareket yapamıyan robotlara dönüşmüşlerdir. Bu haliyle İslamcı akımların çatı örgütü olan AKP’nin Avrupa topluluğuna düşman olarak girme düşüncesi söz konusudur. Cahil, şartlanmış Müslüman kitle iç güdüsel olarak bir yerlere doğru gidilmesi gerektiğinin farkında, ama bunu Erbakan gibi dürüstlükle söyleyemiyorlar. Erbakan, Avrupa’yı resmen tehdit ederek, ” biz Roma’yı içerden fethetmek için geliyoruz..” demişti. Avrupa’da doğup büyüyen 3. 4. kuşakları ”askerli parası” diye adlandırılan haracı ikiye katlayarak ipotek altına alan AKP, eski militaristleri geride bıraktığı gibi, Avrupa’ya aslında neden girmek istediğini saklamaya devam ediyor!.
    Hem yaygınlaşan İslamcılık tehlikesini alevlendirecek, hem de beni bir an önce al diyeceksiniz!
     
    Suriye’de devam eden, Sunni devletler tarafından körüklenen mezhep kavgasına tam hızla giren Türkiye, kısa sürede çatışmanın askerileşmesine hız vermek için El Nusra örgütünü,  Antakya’dan eğitip yönlendirirken, diğer cihatçı örgütlere de lojistik desteğini sürdürmektedir.
    Cihatçıların Libya-Suudi-Suriye hattı ile Katar’ın cihatçılara silah ve para desteği de AKP’nin denetiminde Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor.
    AKP ile yakın temasta bulunan cihatçılar Suriye’de Sunni bir rejim kurmak için saldırılarını MİT ve TSK’ in özel harp dairesi denilen ve şimdi adı ”çevik kuvvetler” diye değiştirilen birimleri desteğinde artırmaya devam etmektedirler…
    Aynı şiddet yanlısı İslam’cı politik örgütler, Avrupa ülkelerinde, özellikle İngiltere, Almanya ve Fransa’da resmen birer tehlike haline geldiler; Örneğin çoğunluğu Protestan olan İsveç’te Müslümanlar’ın sayısı Katolikler’den üç kat fazladır. Şu an Avrupa topluluğu içinde 58 milyona yakın insan uluslararası politik İslam’ın avucunda, gece gündüz devam eden beyin yıkamayla Avrupalıları ürkütücü bir tehlike olarak hızla büyümeye devam ediyor.
     
    İşte hızla çoğalan bu kara cahil kitleler, Avrupa ülkelerinde görülen nüfus azalmasına paralel olarak, daha fazla alan kazanıp, yaşadıkları topluma cepheden tavır alarak onun birer düşmanı olup çıktılar. Örgütlenmeler ilk etapta cami dernekleriyle başladı ve genişleyerek devlet kurumlarını da sardı. 1960’lı yılların başında Almanya’da sadece üç cami varken şimdi cami sayısı AKP’ nin de kışkırtması ile 9 bini geçti. Arap ülkeleri, pakistan, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika’dan akın akın Avrupaya yığılan Müslümanlar, uygarlığın verdikleri nimmetleri kötüye kullanarak hızla örgütleniyor, sözde terk ettikleri ülkelerin kültürüne daha sıkı sarılarak, kendilerini buralara süren hükümetlerinin desteğinde tahribatlarına devam ediyorlar.
    Şimdi bu durumda, tehlike olarak görülen bu ortamın en büyük mimarlarından biri olan AKP rejiminin truva atı gibi, bütün hatları yarıp, Avrupa’yı, geride hazır bekleyen 100 milyonlarca İslamcı’ya yemlik olarak sunması stratejisi kendisini ele veriyor…
     
    Erbakan’ın oğlu tekrar ediyor: ”..Mücahit Erbakan tezarühatlarıyla kürsüye gelen Fatih Erbakan, bir saati aşkın salona hitap etti.Necip Fazıl’ın ” surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!Ey kahpe rüzgar, ne yandan esersen es” dizelerini hatırlatarak, “şuurlu, samimi ve sadık bir toplantı olan bu toplantı, ikinci 40 yılın şahlanışıdır” dedi.Erbakan, şöyle konuştu:”Milli Görüş’ün misyonu, sadece oruç tutarak sadece namaz kılarak, bir hayır kurumu gibi çalışmak değildir.Avrupa’da bir çalışma olacağı zaman bunun Almanya’dan başlaması çok doğal çünkü insanlarımız burada neredeyse bir Belçika Hollanda kadar nüfus yoğunluğuna ulaşmış durumdalar. Almanya bizim olacaktır…” Görüldüğü gibi AKP’nin politik ideolojik motoru olan bu Milli Görüş, mazlum fakir işçi, iş arayan saf göçmenler, dinine sadık iyi vatandaşlar adı altında resmen 5.kol olarak örgütleniyor… Erdoğan’ın non-stop çocuk yapma taktiği esasen bu hedefe yöneliktir. Türkiye’de milyonlarca işsiz varken, çocuk istemeyen kadınları aşağılayan Erdoğan, ”.. siz merak etmeyin, Allah için en az 3 olsun,.., AKP olarak ekonomik mucizeler yaratıyoruz.”, diyerek Milli Görüş ideolojisine biraz diplomasi katıp 2071 parolası altında eski Osmanlı hedefinden vaz geçmediklerini vurguladı.
    Avrupa’ya sokulan Milyonlarca kara cahil kitle ise ”giriş, çıkıştan”: ”…Bundan sonra Türkiye’de ve Dünyada Muhammed Ali Fatih Selim Erdoğan rüzgarı esecek inşaallah. En yakın zamanda Erdoğan’ı Avrupa Birliğinin başında görmek istiyoruz. Allah’ın rızkıdır…” ”, diyerekten, sabah Camilerine girecek, akşam ise çıkacaklardır. Kafirin malı yemekle bitmez!
    Zavallı Avrupa halklarının bu yiyicilerden çekecekleri var: Berlin, Paris, Brüksel, Viyana, Londra vs.. artık uygarlık yerleri değil, İslamcı tarikat ve cemaatlerin üniformalarını taşıyan, rütbeleri, yıldızları, Türbanlarının bağlanışı ile simgelenen yağma ve talancıların korkunç yıkım sürecine sokulan, uygar insanların boşalttıkları alanlara dönüşen birer kenttirler artık…
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    ———————————————————————-
    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Ferdi koçkar
    Yeliz seren
    S. Aktaş
    Pelin Moda,
    Bedri Engin,
    Nazmi Dogan,
    Sevda Suner
    Sezer Aşkın,
    H. Datvan,
    Salih Demir,
    Nizamettin Duran
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    ismail çekmez.
    Aydin Nizam
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Tekin Balkic
    Selma Altuntaş,
    Murat Koç
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Erdal Cömert
    Ismail Bulak
    Ahmet Meriç
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman B.
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    Aynur Balkaya
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    M. Oktay
    Kemal Aktas
    Yelda tekinoglu
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    k. Sankay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
    ismail Igdır
    Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
    Nuri Şen
    Hasan.Y. Balci
    Mehmet Yucel
    İsmet C. Koray
    salih Söğütlü
    Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
    Ali Dem. Sarahoğlu
    ***********************************************************************
     
    TAKSİM’E VE ÇAMLICA’YA CAMİ İSTEMİYORUZ. YENİ SULTANLARA HAYIR!
     
    İMZA KAMPANYASINA KATILALIM… 
    http://www.change.org/petitions/başbakan-yuksek-bina-yapmayın-demis-peki-ya-camlica
     
    Çamlıca ve Taksim’e kazma vurmanıza rızamız yok, bu sizi ilgilendirmiyor mu? #Camlica – Kampanyaya İmza Ver!
    Kampanyaya İmza Ver

    Like

    Comment by esin duran | August 9, 2013 | Reply


Leave a comment