Demokratik Ekoloji ve Toplum – Hasip GÜN
Demokratik ekolojinin hayat bulduğu ve şekillendiği belli alanlar olduğu bilinmektedir. Bu alanlar daha yerel alanlar olmakla birlikte ekolojinin biyo-bölgecilik yaklaşımı ve demokrasiyi yetkin kılan alanlar olması demokratik-ekolojiyi yorumlama olanağı sunar. Bu açıdan gerek demokratik-ekoloji toplum formu ve gerek yerel yönetimlerden kasaba, köy ve mahallelerde doğrudan demokrasinin gücüyle bir yaşam biçimi geliştirebilir. Bu alanlar aynı zamanda ekolojik hareketin komüncü yaşamın birliklerini olduğu kadar toplumun kültür ve bilinç düzeyini, beşeri bilimlerin kendi varlığını özgürce yönetmesini ve akademik çalışmaların düzeyini yükselten alanlar olma özelliğini kazandığı gibi, özgür ilişki, özgür birey ve grupların sonuç alacağı alanlardır.
Böylesi bir perspektifle özgür toplum, özgür birey ikilemi geliştirilir. Bu da demokrasi ve güçlü sivil toplum, aynı zamanda devletsiz bir zihniyet perspektifi, beraberinde demokratik ekolojik ve cinsiyet özgürlüğü de doğurur. Dolayısıyla tahakkümcü ve hiyerarşiden uzak, demokratik ekolojik toplum her şeyden önce özgürlük düzeyidir. Bu nedenle ekolojik sorunun kökenine inmek kadar, sorunun kökeninde uygarlığın tahakkümcü ve hiyerarşik gelişimini de görmek mümkündür. Çünkü sınıflı toplum, uygarlığın doğayla yarattığı çelişki doğayı ve insanı yok oluş eşiğine getirdi. Bu nedenle doğa ile insan (toplum) arasında bir uyum ya da diyaloğu ertelemez kılmıştır. Özcesi doğa ve toplum arasında yeni bir sözleşme yapılması kaçınılmazdır. Bu yüzden ekolojik bakışta “ötekileştirme” olmadığı gibi insan-doğa diyaloğuna ‘doğanın ve toplumun dilini ve aklını çözme ile başlamalıdır.’ Eğer gerçekten bu dilin özüne ulaşmak isteniyorsa, o zaman hiyerarşik toplum birimlerini aşan bir zihniyet devrimi gereklidir.
Doğa-insan çelişkisi
İnsanın, doğayı sadece yararlanılması gereken cansız bir nesne olarak görüp insanı merkez alan ideoloji, felsefe ve anlayışlar geliştirmesinin ekolojik sorun yarattığı kesindir. Burada “insan her şeyin ölçüsüdür” mantık ve anlayışının, dikta rejimlerin kendilerini ölçü almalarından farkı yoktur. Bu egemen yaklaşım diğer türlerin yok oluşunu getirir. Bu anlamda doğa-insan çelişkisinde birini merkeze alarak diğerini yararcı noktaya düşürmek veya farklılığını anlamamak felakete götürür. Burada devreye konulması gereken ise, ekolojiyi doğanın hiyerarşik izahatından uzak tutmak ve eşit, özgür ilkelere dayalı ekoloji özyönetim, özdisiplini, özdenetimi ve özeylemliliği esas alan bir formasyona kavuşmaktır. Dolayısıyla insani şartlar ve sosyalist olma bilinci yine özgürlük ve eşitlik ilkelerine göre ahlaki bir yaşamı benimsemek, bu ilkeler temelinde insan-doğa merkezli en temel ve dinamik değerleri olduğu gibi ekolojisttir de.
O halde tartışılması gereken eşitliği nasıl ele alacağımızdır. Eşitliği bir hak, adalet olarak mı yoksa farklı bir anlamda mı ele alacağız? Çünkü eşitlik de çeşitliliği aynılaştırma riski taşır. Dolayısıyla eşitliğin yerine farklı kavramlar mı tüketmeliyiz? Örneğin ekoloji hiyerarşik izahatı reddeder. Bazı çevreciler ekoloji ile çevreciliği aynı tutmaktadır. Ancak ikisi temelde farklı şeylerdir. Çevrecilik insanı merkez alan ve doğayı da insanın hizmetine sunan endüstriyel mantığın oluşturduğu bir çevre mühendisliğinden başka bir şey değildir. Ekoloji ise, toplum ve bilim felsefesini öngörür. Ve aynı zamanda toplumsal dönüşüm yasalarını, bilim gücü, yine sanatın estetiğiyle vardır. En belirgin özelliği zihniyet veya düşünce biçimi olarak algılamak daha doğrudur.
Ekolojik toplumda kadın
Mevcut durumda erkek egemenlikli sistemin kadın üzerindeki tahakkümünü sonlandırmakla başlamalı ve buna meydan okumalıdır. Bu zihniyet formuyla başlarken, kadın sorununu kotaya bağlamak ve ona göre dizayn etmek kadın kurtuluş çizgisine ve ekolojik bakıştan uzak bir duruş olduğunu baştan vurgulamak gerekir. Kadın üzerindeki erkek egemenliğe meydan okuma, yeni bir kozmik doğa ve epistemolojik kavrayışla gerçekleştirilir. Hiyerarşik toplum uygarlığı önce erkeğin kadın üzerinde tahakkümü ile başladı ve sonra sınıflı toplum uygarlığı olarak gelişti ve doğanın sömürülmesi, talanı, yıkımı başladı; özcesi ekolojik sorun, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümüyle doğdu. Aynı zamanda ekolojik zihniyet ya da devrim ve dönüşümün gelişmesi de, tüm tahakkümcü zihniyetleri ve örgütlerini reddetmekle gelişir. Anlaşılması gereken nokta ise, hiyerarşinin olduğu yerde özgürlükten, eşitlikten ve adaletten bahsedilemeyeceğidir. Dolayısıyla altüst ilişkisine dayalı kategoriler varsa o zaman hiyerarşi ve tahakküm vardır. Tahakküm yalnızca sömürü olmadığı gibi, hiyerarşi de yalnız toplumsal sınıflar değildir. Bu nedenle kadın özgürlüğü ya da kadın kuruluş ideolojisinin can çekişen bir noktada durması kuşkusuz erkek egemenlikli ve hiyerarşik toplum uygarlığının tahakkümcü zihniyetinde kaynaklanmaktadır. Kadın ve erkek sorununu yaratan erkek egemenliğidir. Kadının bakış açısı, ekoloji perspektifini içermek durumundadır. İkisinin ortak düşmanı olduğu gibi hareket noktaları da neoliktir.
Kadınların günümüzdeki kimliği hâlâ aşırı derecede boyun eğmeye ve aşırı derecede sessizliğe bürünme üzerine kuruludur. Feminizm her ne kadar tehdit edici bir rol oynamaya çalışsa da bir muhalefet, iktidar söyleminin dışında bir kimlik mücadelesi verilmektedir. Geriye yine sakin ve iyi hümanist bir sav söylemi oluşturmak kalıyor. Burada iki yönlü kadın portresi çizmek ve ona göre bir kimlik oluşturmak kalıyor. Ya baskıcı Adem’e karşı başkaldıran ve onu terk eden lilith olacak, ya da onun yanında yaşamayı kabul eden, onun çizilmiş politikalarında sürüklenmeye hazır Havva olacak.
Ekoloji-toplum ve devlet
Sorunun düğümlendiği nokta ekolojik bakış açısının devleti nasıl gördüğüdür. Hiç kuşku yok ki, ekoloji-toplum bakış açısı devletsiz düşünebilmeyi ve çalışabilmeyi öngörür. Yani siyaseti, toplumu, devletin dışında birer olgu olarak değerlendirir. Bu demokrasi anlayışında da nitelikli özgürlük açılımıdır. Devlet varlığı demek özgürlüğün ve eşitliğin yokluğu demektir. Her şeyden önce ekolojik bir yaşam devletsiz bir zihniyetle yaşam bulur. Bu perspektif özgür birey, özgür toplum ve aynı zamanda demokratik sivil toplum anlayışını geliştirir. Devlete bulaşmadan demokratik ekolojik topluma ulaşmak aynı zamanda ahlak değer yargılarının çıtasını biraz daha yükseltmek demektir. Bu nedenle devletsiz toplum demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum demektir.
* Bolu F Tipi Cezaevi
Kaynak: Günlük
http://www.dicleuniversitesi.net/ekoloji/820-demokratik-ekoloji-ve-toplum.html
3 Comments »
Leave a Reply
-
Archives
- August 2011 (1)
- June 2011 (9)
- May 2011 (23)
- April 2011 (3)
- March 2011 (27)
- February 2011 (24)
- January 2011 (39)
- December 2010 (12)
- October 2010 (10)
- September 2010 (10)
- August 2010 (21)
- July 2010 (12)
-
Categories
- anti-endustriyalizm
- anti-kapitalizm
- anti-otoriter / anarşizan
- antinükleer
- antropoloji, arkeoloji
- bu topraklar
- e-kitap
- eko-savunma
- ekokoy – permakultur
- ekoloji
- ekolojist akımlar
- ekotopya heterotopya utopyalar
- ezilenler
- gorsel
- iklim
- isyan
- kadın ve doğa / ekofeminizm
- kent yasami
- kir yasami
- komünler, kolektifler
- kooperatifler vb modeller
- ozyonetim
- savaş karşıtlığı
- sistem karsitligi
- somuru / tahakkum
- Su
- sınırlara hayır
- tarim gida GDO
- türcülük, doğa / hayvan özgürlüğü
- totoliterlik / otoriterlik
- tuketim karsitligi
- Uncategorized
- yerel yönetimler
- yerli – yerel halklar
- yeşil kapitalizm
-
RSS
Entries RSS
Comments RSS
Hello there! This post could not be written any better!
Reading through this post reminds me of my old room mate!
He always kept chatting about this. I will forward this
article to him. Pretty sure he will have a good read.
Many thanks for sharing!
LikeLike
Hizli firsat!
Biz uluslararasi islem iyi güvenilir, güvenilir. Bu firsati kaçirmayin lütfen, buraya gelecek 2014 yili dogru yatirim baslatmak için bir firsattir. % 100 emin ol daha fazla bilgi için e-posta MMV (vandamariana111@gmail.com) Sen garanti.
Eger tarim için bir kredi ihtiyacim var mi? Is için kredi? yapimi için kredi? Yatirim kredisi? Ögrenci kredi? Borç konsolidasyonu kredi? Bu bir firsattir, kullanimi ve yeni bir hayata baslamak. Daha fazla bilgi (mrsvandamariana@yahoo.co.uk) için e-posta MMV.
Allah lonca tüm …
M.M.V LTD.
LikeLike
HAŞHAŞİLER VİRÜSUNU TEMİZLEMEYE ÇALIŞAN KANUNLAR ÜSTÜ YENİ BİR ZÜMRE HIZLA ÇOĞALIYOR!
Suçluyu takip eden polis ve savcıları görevden alan, bunların yerlerine, yolsuzluk ve rüşvetçi oldukları bilinen, düzenin işkence uzmanı polis ve savcılarını yerleştiren AKP, artık güvenilirliğini yitirmiştir.
İslamcı tarikat ve cemaatlere üye olan AKP’ li bir patronu sorgulamak artık mümkün değildir: buna yanaşmaya kalkan her savcı, belge arayan her polis darbecidir ve ve sürülmeye mahkümdur…
Artık, Erdoğan’dan izin almadan, dünyanın en hızlı gelişen ekonomisinin temel taşları olan Müslüman Türk iş adamlarına, bakan ve diğer devlet memurlarına yanaşmak her yiğidin karı değildir..
R.T. Erdoğan’a göre ise herşey yeni başlıyor: yakında AKP hücrelerine sızan Haşhaşiler temizlenecek, muhteşem Çamlıca camisinin minarelerinin heybeti ve yerden mantar gibi fışkıracak AKP yanlısı savcı ve emniyetçilerin loyalitesi ile Üsküdar’a yönlendirilen Allahu Ekber haykırışları, ülkeyi içerden sarmış bu şeytani güçleri korkutup kaçırtacaktır!
Bugün Türkiye’de, Türklere ve Sunni İslama tanınan hakların hiçbiri Alevi ve Kürtlere tanınmamışken, onbinlerce siyasal tutuklu varken, yolsuzlukları ortaya çıkaran savcı ve polisler suçlu gibi gösterilirken anayasal düzenden bahsetmek büyük bir iki yüzlülüktür.
Mahkemeye göndermediği, kanun üstü ilan ettiği oğlu ile, Çamlıca tepesine kurulacak yüksek minereli caminin teftişini yapan R. T. Erdoğan, rüşvetçi, sahtekar, hilekarlığın her çeşidini mübah gören ne kadar kriminal çeteci varsa, bunların hepsini Türkiye’nin en iyi iş adamları diye tanıtmaktan geri kalmadı.
R.T, Erdoğan’a göre, bu iş adamlarına kimse dokunamaz! Bunları hiç bir savcı ve polis sorgulayamaz, bunlar Türkiye’nin ekonomisini ayakta tutan ve muhteşem kalkınmayı sağlayan süper Müslüman patronlardır. Bunlar kanun üstü olarak kalacaklar, bunları dinleyen polis işten atılacak, sorgulamaya kalkan hakim ve savcılar ise hemen sürülecektir.
“Müslüman patronlar” ahalisinin önderi Tayyip Erdoğan, Anadolu ve İstanbul’un tarih içinde geleceğe uzanan kaderine ters, yıkıcı bir rol oynamıştır, bu diyarı bir tür çıkmaz sokağa sokmuştur.
Birinci fetret döneminde olduğu gibi, ortada bir devlet enkazı ve parçalanmış / dağılmış bir merkezi iktidar bulunuyor. Fetret, tarihsel ve siyasal olarak sürdürülemez bir durumdur. Geçicidir. Ya şehzadelerden biri diğerlerini tasfiye ederek mülkün (devletin) ve merkezi iktidarın birliğini yeniden kuracak ya da ülke dağılacaktır.
Bu yolsuzluk vs. hikayelerinden öte, Tayyip Erdoğan Türkiye’yi tamamen Uganda veya Kenya benzeri bir devlet sistemine benzetme yoluna girmiştir.
MİT’in 8 ay evvel Erdoğan’a verdiği rapor, hükümet üyelerinin yolsuzlukları hakkındaki resmi raporun yok sayılması, Erdoğan’ın kanun ve devlet üstü saydığı çetelerin arkasında durduğunu ispatlıyor.
MİT’in 18 Nisan 2013 tarihinde hazırladığı üç sayfalık raporda, tutuklanan işadamı Rıza Sarraf’ın bazı bakanlarla ilişkisinin yaratabileceği durum hakkında uyarılarda bulunulmuş olması Erdoğan için en zayıf noktayı oluşturmaktadır. İyi lider, aynı zamanda, gerekli kararları zamanında almasını bilen bir liderdir.
Belli zümre ve gurupları, kendi çevresini ”dokunulmaz” ilan eden R.T. Erdoğan’ın başkanlık/sultanlık hayalleri ve “Müslümanların” onun doğuştan kısmetli, şanslı, tuttuğu altın olan, Allah’ın kutlu temsilcisi sanma “efsanesi”nin yıkılması böylece kaçınılmaz hale gelmiştir.
Tayyip Erdoğan, inançlı kitlelerin bir önderi olarak, bu insanları evrensel doğrulara yöneltmek yerine, kendisini bir tür “Allah’ın ‘Müslümanlara’ hediyesi ulu Hükümdar” sayıp, herkes tarafından böyle görülme hevesinden vazgeçmemesi ağır sonuçlara yol açmaktadır.
Bu devlet üstü örgütlerin elinde biriken servetlerin, mal ve hizmetlerin vergileri alınıyor mu, alınıyorsa ne kadar parayı devlete vergi olarak ödemişler? Bu paranın kaynağı nedir? Bu “cemaatler dünyasında” dönen paralar “Ak para mı, kara para mı?” biliniyor mu? Bindikleri inanılmaz arabalar, yaşadıkları saraylar babalarından mı kaldı?
Hangi çağda yaşamaya mahküm edildik?
Anadolu toprakları ve çevresinde kendini (bir “kimlik” adı olarak) “Müslümanlar” diye tanımlayanlar kadar, dinlerin özüne bu kadar yabancı, bir ahali görülemez. Uygarlıkların katilleri herşeyi kendileri ile başlatıyorlar. Hakim oldukları bütün bu alanlar, ve bu ahali için, vasatlıklarının nihayet Tanrı tarafından “taçlandırıldığı”, aklı/eğitimi/namusu ile belli makamlara çıkmış insanların “Monşer” veya “Dinsiz laik” diyerek ezilebildiği, onların yerine İmam Hatipli çapsız/vasıfsız/vasat insanların getirildiği ve bir milletin böyle düşüşünün “Milletin nihayet iktidarı eline aldığı” diye yorumlandığı bir dönem, aşağıda belirttiğimiz bazı politik İslamcı örgütler temelinde devam ediyor.
12 Eylül Askeri anayasası devam ediyor…Normal düzeni sağlayacak bir anayasa olmadığı için, AKP, bu general kanunlarını istediği şekilde kullanmaktan geri kalmayacaktır.
Bugün verildiği söylenen haklar aldatıcıdır, bunlar anayasal güvenceden yoksun oldukları için, kafası bozulan her bakan, istediği an herşeyi tersinden uygulayacaktır.
Bugün Türkiye’de haklar belirli bir hukuk kuralına bağlanamamıştır, yani yasal güvencelerden yoksundurlar.
Diğer taraftan, Türkiye’de her toplumsal kesim aynı ölçüde bireysel ve toplumsal haklardan eşit olarak yararlanmamaktadır.
Türk devleti Sunni İslam bir devlettir ve Türk etnik kimliğini tek kimlik olarak topluma dayatmıştır.
Türklük kavramı söylenenin tersine bir üst kimlik değildir. Bir etnisitenin kimliğidir. Bu açıdan Türk kimliği dominant olup tüm hakka sahiptir. Tüm okullar Türkçe eğitim vermektedir. Sunni inancın empoze edildiği din dersleri zorunludur. Mahalle baskısı en üst boyutlara ulaştırılmış, şehirlere göç ederek buralarda iş kurmuş Alevi kökenli insanlar artık cuma namazlarına gider olmuştur. Türk dili, kültürü devlet desteği ile sürekli gelişirken, yasaklı olan diller ve inançlar unutuluyor, farklı kültürler egemen türk kültürü tarafından yok ediliyor…
Kürdün ana dili ile eğitim yapması yasak, Alevilin kendi ibadethanesi yasak, Alevilik bir inanç olarak hiç bir statüye sahip değil, bir din mi? bir mezhep mi? Bir tarikat mı? Belli değil. Yani Alevinin bu coğrafyada daha adı yok ama en küçük demokratik hak istemleri, alay edilerek bastırılmaya çalışılıyor.
AKP iktidarı seçim dönemi öncesi Kürtleri kandırmak için paket gündeme getirmiş ve seçimleri kazandıktan sonra da bu paketler yeniden çöp tenekesine atılacaktır…
Oysa bu paketleri de Kürt hareketi karşısında çıkmaza düştüğü dönemlerde gündemleştirmiş, rahat bir seçim süreci yaşamak ve bölge insanının desteğini almak için her seçim öncesi Kürtsever ve Alevisever rollerine bürünmüştür. Ama şimdi takke düşmüş kel görünmüştür. AKP Suriye politikası ile hem Kürtlere, hem de Alevilere dost değil düşman olduğunu kanıtlamıştır. El Kaide örgütünü açıktan desteklemiş, uluslararası paralı asker sürülerinin Rojava’da ve Suriye’nin Alevi bölgelerinde toplu soykırım yapmaları için MİT kamyonaları ile ağır silahlar taşımıştır…
Yani AKP Türkiye’de daha fazlası ile bir toplum oluşturan Kürt ve Alevilere karşı katliamların planlayıcısı olmuştur. İşte bu gerçek artık ortaya çıktığı için AKP Alevilerin de Kürtlerin de hesap sorması gereken bir yapı halindedir. Artık Tayyip ve şürekası bir kez daha sahte Kürt ve Alevi açılımlarıyla bu toplumsal kesimleri kandıramayacaktır.
Aleviye “sen müslümansan ibadet merkezin cami, mescittir, Cemevi ibadet yeri değildir, bir kültür merkezidir (dün cümbüşhane idi), git ibadetini camide yap” diyor. Kürde “vergini ver, her tür hizmetini yap ama karşılığında benden kimliğine dair bir hizmet bekleme; anadilin lazımsa git pazardan satın al” diyor. Kürtlerin ve Alevilerin kimlik hakları hep yok sayılırken, aynı Erdoğan, üstüne üstlük ne kadar Sunni tarikat ve mezhep varsa bunları kanun üstü ilan etti…
MİT kamyonları ile Suriye’de savaşa katılmış bulunan AKP, nasıl ki Türkiye’de ki çeteleri kanun üstü sayıyorsa, bu ağır silahlarla masum halkı katledenleri de paralel-derin-kriminal çete örgütü değil, kanunlar, savcılar üstü, dokunulmaz müminlerin oluşturdukları kutsal birlikler olarak görüp desteklemektedir.
Bunlaın üyelerine hiç bir polis dokunamaz, hiç bir savcı başbakanın izni olmadan bu MİT kamyonlarına yaklaşamaz. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi MİT, Erdoğan’ın özel bir örgütü haline getirilmiştir.
AKP iktidarını ayakta tutan bu örgütler, AKP yöneticileri, Suriye ve Ortadoğuda ki diğer iç savaşlı ülkelere satılan yüz milyonlar değerinde ki silah satışlarından elde edilen rant, “Kur’an Kursları” ve “Deniz Feneri yardımları” gibi kılıflar altında yürütülen entrikalarla edinilen servetler, “türban ve türbancılar” desteğinde havaya savrulan paralar; her gün medyaya servis edilen haber ve fotoğraflardan, gerçekler su yüzüne çıkmasına rağmen, komplo, darbe deyip yollarına devam ediyorlar.
Sanki Türkiye’de kendileri dışındakiler Hristiyanmış veya bambaşka bir dindenmiş gibi kendilerine “Müslümanlar” diyen, dînî-kimlikçiler, tarihi bir son yaşıyorlar. Liderleri Tayyip Erdoğan, tam bir çöküş yaşayan AKP iktidarındaki zemin kaybını durdurmak yönünde hamleler yapıyor, ama yaptıkça durumu daha da kötüleşiyor, ve kötüleşecek.
“Müslümanlar”, kendi kaderlerini belirleyecek bir sınava girdiler ve o sınavda en kötü notu alarak çaktılar, durum en basit ifadesiyle böyle.
Sorun haline gelen “tek adam” Tayyip Erdoğan’ın belli bir gündemi dayatmasından daha kapsayıcı ve daha önemli olan, onun özgürlüklere karşı koyduğu yasakçı tavırdır yıkımını sağlayan.
11 yıldır Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı AKP-tarikat mezhepler koalisyonu, rant kavgasında çöküyor. Din, iman perdesi altında kurulan rüşvet çarklarını gözler önüne serdi. İktidardan ve servetten daha çok pay isteyen İslamcı ve muhafazakâr sermaye çevreleri adına bir yağma düzeni kuran AKP İktidarı için yolun sonuna gelinmiş durumda. Siyasal İslam Türkiye’de de ağır bir yenilgi sürecine girdi. İslamcıların 21. Yüzyıl’ın başında modern bir devleti ve toplumu yönetme yeteneğine ve birikimine sahip olmadıkları anlaşıldı.
Türkiye’nin yeni fetret dönemi aslında 1995 yılında başlamıştı. Ülkede merkezi iktidar çeşitli güç odakları arasında (Meclis, Hükümet, TSK, Cumhurbaşkanlığı, Yüksek Yargı ve hatta üniversiteler arasında) parçalanmıştı. Fetret durumunun 2008’de AKP-Cemaat koalisyonunun devleti ele geçirmesiyle aşıldığı sanılıyordu. Ancak öyle olmadığı ortaya çıktı. Birincisi (1402) 12 yıl sürmüştü, ikincisi 18 yıldır iniş ve çıkışlarla devam ediyor belli ki.
AKP’yi ayakta tutan devlet üstü örgütler/tarikat ve hiziplerce verilen fire fazla olmadığı için muhtemelen var olan muhalafet kırıntıları da yok edilerek tek parti hegomonyası sürecine girilecektir.
Buna rağmen, Türk İslam sentezi temelinde diktacı bir bir rejimin kurulması ilkesine dayalı gerici iktidar blokunun önlenemez bir çözülme sürecine girmesi kaçınılmazdır. İslamcı tekkeler arsındaki iktidar çatışması artık dönüşü olmayan bir yoldadır. Bu süreçte her zaman en büyük soru, “biz bu kadar güçlüyken, hangi çılgın bizi yokedecekmiş şaşarız” türünden kibirlenmelerle gelirdi ve Tanrı’yı Kur’an’da yazan bir roman kahramanından ibaret sayan bu beylere kimsecikler de yanıt veremezdi! Yanıt şudur: “Sizi yokedecek bir çılgın yoksa, sizin içinizden biri o çılgınlığı yapar.”
Şu anda en akıllıca tutum, evrensel değerler temelinde ilerleyen özgürlüklerin hem önünü açmak hem de onlara angaje olmaktır.
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
———————————————————————-
Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Ferdi koçkar
Yeliz seren
S. Aktaş
Pelin Moda,
Bedri Engin,
Nazmi Dogan,
Sevda Suner
R. Adalı
Sezer Aşkın,
H. Datvan,
Salih Demir,
Nizamettin Duran
A. Demir
hasan kayısoğlu
Melahat Baykara,
ismail çekmez.
Aydin Nizam
Uğur Demir
Ismail B. Cenk,
Tekin Balkic
Selma Altuntaş,
Murat Koç
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Erdal Cömert
Ismail Bulak
Ahmet Meriç
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman B.
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
Aynur Balkaya
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
İsmet Yelkenci
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
M. Oktay
Kemal Aktas
Yelda tekinoglu
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Murat Bakır
O. Dem
Salih Aktaş
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
İnci Gür
L. Okar
Mustafa Karkaya
Omer Aytac
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman
nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnü oktay
k. Sankay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz
Erdem Yılmaz
Ayse Eltan
S. Guner
M. Deniz Ok
Mehmet İnce
Huseyin Cinar
Meltem Cinar
Berk Cinar
L. Demirkaya
Huseyin Çilek
Ayten Irmak
D. Okdere
Ali Uskan
İrem Haloğlu
Berdan Temiz.
H. Baskale
Murat Gülay
Esra Gülay
Mustafa Akyol
A. jale Kol
M. Kol
Tamer Oktay
Aslan Burukoglu
I. Demir
Nurettin Akdal
Uzan Kara
ismail Igdır
Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
Nuri Şen
Hasan.Y. Balci
Mehmet Yucel
İsmet C. Koray
salih Söğütlü
Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
Ali Dem. Sarahoğlu
Ayten Karaman, Mehmet Azal
L. Uzan, Harun Tabaklı
Ertekin Sancak, mehmet değerli.
Kemal Güler, Zeynep Güler
B. Urak.
Ismail Duygu, Erdem Duygu
Hasan Incedemir.
N. kayıkçı.
Bayram Akçak
Kezbay Doğan. M. Ali koç
Emin Aktolga.
LikeLike