ecotopianetwork

Gıdada Dönen Oyunlar – Toprak üretim bandı değildir!

El değmemiş yörelere ulaşıp en kolay biçimde en çok kara ulaşmak isteğiyle Afrika’nın içlerine uzanan yolları inşa eden, madenler kazan beyaz adamın kestiği ormanlardan, kazdığı damarlardan hala oluk oluk kan akıyor. Kuzey Amerika’da ormanları yiyip tüketmek için yollar açanlar bugün dünya tarımının yok oluşuna giden yolu da aynı umursamazlık içinde inşa ediyorlar.

GMO-GerHer zaman olduğu gibi sağlığımızla ilgili bir tartışma, medya yayınlarının ve gazete yazarlarının, tekellerin yanında saf tutma çabaları ile bir karmaşaya döndü. Bizim popüler yazarlarımızın yazıları Red Kit’teki şarlatan doktorların ilaçlarına benziyor. Ambalajı çok süslü, büyük bir bağırış, şamata ve temaşa ile satışa sunuluyor ve “derde devadan gayrı” her işe yarıyor. Basınımızda sür git devam eden bağırtıya bakıyoruz “GDO hakkında her şey” başlıklı yazılarda her şey var; sadece şu sorulara cevap yok.  GDO nedir? Ne işe yarar? Neden yapılır? Yapan nasıl yapar? Yiyen nasıl yer?
Yarınlar’ın çevre konusundaki tutumunu daha önceki yazılarımızda ilan etmiştik. Dileyen okurlarımız “Çevreye Saygılı Tüketiciler Olmayacağız” başlığı ile ilan ettiğimiz bu konudaki görüşlerimize internet sitemizden ulaşabilirler. GDO konusunda devam eden laf kalabalığına bakınca bu konuda bazı çizgilerin kalın biçimde çizilmesi gerektiğini ilan etmek ihtiyacı duyduk.
GDO, bir üretim tekniği değildir. Kapitalistlerin daha fazla kar amacı ile açtıkları ve sonunda kitlesel açlığa gidecek bir yoldur. Yağmur ormanlarını, “depo alanı açmak”, “ineklere otlak açmak” gibi aklın almayacağı bir gerekçeyle yok edenlerden başka bir şey beklemek saflık olurdu zaten. Onlar için üretim tekniğinin iki nedeni olabilir; birincisi kar maksimizasyonu, ikincisi askeri teknolojinin yükseltilmesidir. Para kazanmak ve adam öldürmek amaç olmadan adım atmaları mümkün değildir. Osmanlı’da yabancıların inşa ettiği ilk demiryolu hatlarına bakınız. El değmemiş yörelere ulaşıp en kolay biçimde en çok kara ulaşmak isteğiyle Afrika’nın içlerine uzanan yolları inşa eden, madenler kazan beyaz adamın kestiği ormanlardan, kazdığı damarlardan hala oluk oluk kan akıyor. Kuzey Amerika’da ormanları yiyip tüketmek için yollar açanlar bugün dünya tarımının yok oluşuna giden yolu da aynı umursamazlık içinde inşa ediyorlar.

Neden GDO?
GDO’ların içinde sakladıkları şey adında saklı, Genetiği Değiştirilmiş Organizma. “Duyarlı çevreciler” biraz da naif bir tutumla GDO’lu “şeylere” “Frankeştayn Gıda” adını takmışlar, oysa üreticiler bile ürettiklere şeylere “gıda” diyemedikleri için “organizma” diyorlar, eskiden sebze olan ama şimdi akrep veya balık geni taşıyan bir “şeye” nasıl olur da “gıda” dersiniz? Bir de sorun bulmuşlar hep birlikte bağırıyorlar, GDO alerji yaparmış. Soya fasulyesine alerjisi olmayan birisi, içinde bulunan ne idüğü belirsiz yaratık genine alerjisi olduğu için rahatsız olabilirmiş. Tabii bu düzeyde bir muhalefet yapıp, bir de üzerine cevizden, fındığa, baldan, yoğurda kadar bin bir tane ilgisiz ürünü de işin içine katınca pek muhterem yetkililerimiz de, “alerjisi olan yemeyiversin, yediyse karbonatlı suyla maden suyu içsin, o da olmadı gelsin ben öpüvereyim de geçsin alerjisi” demeye getiren açıklamalar yapmaya başladılar. “GDO nedir?” demeden, “fındıkta var mı?” “çayda yok mu?” “Binde dokuz mu var, yüzde iki mi var?” demeye başladık. Bu ülkede öldürücü dozda tarım ilacı kalıntısı bulunan sebze-meyve hallerde serbestçe satılıyor, ihraç edildiği ülke gümrüğünden sağlığa aykırı diye iade edilen yiyecekler zincir mağazalarda hemen yer buluyor, “siz hangi laboratuarda ne GDO’su tespit edeceksiniz ey zübükzadeler” diye soran olmadı, olanların da ne yazık ki sesi gür çıkmadı.
GDO tartışmalarında gözden kaçan en önemli gerçek GDO’nun neden ortaya çıktığıdır? Bu sorunun cevabı verilmeden GDO hakkında söz söylemek mümkün değildir. Bu soruya verilen cevapları inceleyelim.

GDO tezlerine cevaplar
Ortaya atılan savlardan birisi “Dünyada açlık olduğu bu nedenle üretimi arttırmak gerekliliği” iddiasıdır. Sadece ABD’de bulunan evcil hayvanları beslemek için kullanılan kaynakla dünyadaki açlık sorunu sona erebilir. ABD’de bulunan inekleri beslemek için kullanılan tarım ürünleri de dünyadaki açlığı sona erdirebilir. Fiyat politikası nedeniyle pazara sürülmeyen ürünler pazara sürülebilse, açlığın çözümü yolunda önemli bir adım atılmış olur. Fiyat politikası yüzünden ekilmeyen ürünler sorunu, (besin olarak kullanılabilen ürünler yerine süs bitkisi veya üst gelir grubuna yönelik minyatür sebze vb. yetiştirilmesi sorunu) ortadan kalksa açlık sorunu ortadan kalkar. AB’nin uyguladığı kotalar yüzünden atıl duran tarım arazileri kullanılsa veya Türkiye gibi ülkelerde çiftçinin ekonomik gücünün ortadan kalkması nedeniyle boş olan araziler ekilmeye başlansa açlık sorunu gene çözülebilir. Gördüğümüz gibi açlık konusunda bir çırpıda ne çok çözüm saydık, üstelik tüm bu çözümler sistem içi çözümlerdir. Batı dünyasının kozmetik sanayine ayırdığı sermayenin bu işe kanalize edilmesi halinde veya batının sömürgeci geçmişi nedeniyle sömürülen ülkelere hakları olan tazminatın ödenmesi halinde de dünyadaki açlık sorunu sona erdirilebilir. Ama bu yazıda kapitalist paradigmalar içinde kalmak tercih edilmektedir. Açıkça görüldüğü üzere kapitalistlerin umurunda olsa dünyadaki açlık sorununu ortadan kaldırmak mümkündür. Ancak açlık çekenlerin bir pazar olmaması nedeniyle kapitalist üretici onları ne görebilmekte ne de duyabilmektedir.
“Daha az zahmetle daha çok ürün elde etmek hedeflenmektedir.” Bu iddiaya göre GDO, değiştirilmiş genetiği sayesinde zararlılarla kendi kendine savaşacak ve bu sayede daha az tarım ilacına ihtiyaç duyulacaktır. Tarım ilacını para ile alıyor olmasak, bu yalana belki inanabilirdik, oysa modern çağda hiçbir firma, tek amacı para kazandıran bir sektörü ortadan kaldırmak olan bir icada imza atamamıştır. Bu tür buluşlar, yeni üretim teknikleri, patentinin satın alınması, hatta patent sahibi firmanın satın alınması gibi yöntemlerle buzdolabına kaldırılmıştır. GDO’lu ürün içeriğindeki canavar genler sayesinde bazı tarım “zararlılarını” bertaraf edeceğini doğru kabul etsek bile, tarım ilaçlarına yönelik ihtiyacı ortadan kaldırmayacağını tohum üreten firmalar dahi belirtmektedir.
“Ürünlerde standardizasyon sağlanacak, üretim takvimi şaşmaz bir kesinliğe yaklaşacaktır.” Bu iddianın şimdilik büyük ölçüde doğru olacağını kabul etmek gerekir. Ürünler aynı sürece tabi olacak, tohum atıldıktan kaç gün sonra çimleneceği, ne zaman hangi ilacın/hormonun verileceği, hangi boya kaç günde ulaşacağı ve ne zaman hasat edileceği önceden bilinebilecektir. Genetik bozulmanın çevre ve özellikle tozlanmayı sağlayan böcekler üzerinde yaratacağı etkiler, gen kaçması sonucu civar bitkilerde ve toprakta meydana gelen bozulmanın etkileri ile birleşince orta vadede bu “tanrısal takvim” hesabının tutmayacağını öngörmek kehanet değildir.
Ama biz bugüne bakıyoruz, ticari tüm bitki türlerinin tohumdan, hasada hangi süreçten geçeceğinin zaten biliniyor olduğunu, bu süreçte birkaç haftalık sapmalar yaşanmasının simsarlar/tüccarlar eliyle kar fırsatları yaratmak dışında bir zarar yaratmadığını göz önüne aldığımızda bu standardizasyon hevesine daha yakından bakmak gerekmektedir. Sürece biraz dikkatle bakan herkesin göreceği üzere kapitalizmin heveslendiği şey, toprağı bir üretim bandına çevirmekten başka bir şey değildir. Sermaye sahibi tüm girdi ve çıktıları kontrol altında tutacağı bir süreç yaratmak hevesindedir. Tohumun kimden alınacağı, sürecin hangi gününde hangi marka ilacın kullanılacağı, hangi aşamada hangi marka hormon kullanılacağı önceden belirlenmiştir. Emperyalist çağda kapitalistler kitaba tam anlamıyla uygun davranmakta, sermayenin tümüyle kendi elinde toplanmasını hedeflemektedir. Heveslendikleri şey tüm tarımsal üretimin, aynı sermaye grubunun farklı şirketlerine hizmet edilecek entegre bir sürece dönüşmesidir. Toprağın sahibi olan çiftçi sınıfsal konumunu kaybedecek, kendi toprağı üzerinde olmasına rağmen GDO’lu ürünün patent haklarını elinde tutan firmanın işçisi haline dönüşecektir.

Çiftçi üretim sürecine yabancılaşacak
GDO’nun tehlikesi alerji yapması değil, tohumun toprağa, çiftçinin tarıma yabancılaşacak olmasıdır. Tarih gözlerimizin önünde tekerrüre girişmiştir. Önümüzdeki dönemde yaşayacağımız şey çiftçinin üretim sürecine yabancılaşması olacaktır. Bugün bu tür bir iddia bize fütüristik gelebilir. Toprağı asırlardır eken biçen ellerin, tarımsal üretim sürecine yabancılaşması inanılması güç bir iddia gibi gelebilir. Oysa tohumluk ayırmayı bırakmakla başlayacak olan bu sürecin, çiftçiyi toprağın dilini anlamaz hale getirmesi sadece bir veya iki nesil sürecektir. Bugün kendi toprağının sahibi olan çiftçi, bu toprağın üzerinde sertifikalı tohumun boyunduruğu altına girecek, önce tohum fabrikasının acentesi, sonunda maaşlı elemanı görünümüne girecektir.
Çiftçi ürettiği mahsul içinden tohum alamayacak; mekanik biçimde, sertifikalı tohum paketinde yazan günde, paketin üzerinde yazan ilacı paketin üzerinde yazdığı biçimde uygulamak dışında hiçbir şey yapamaz hale gelecektir. Asırlardan süzülen tecrübe ile bildiği yöntemlerin pamuk veya domates görünümlü akrebin üzerinde bir işe yaramadığını hatta zararlı olduğunu görecek, sadece talimatları sıkı sıkıya uygulamak dışında bir seçeneğinin olmadığını fark edecektir. Bu durumun kitaptaki adı yabancılaşmaktır. Ürettiği parçanın takılacağı makine hakkında bilgisi olmayan bir işçi gibi çiftçi de yüzlerce yıla dayanan, nesillerden beri biriktirilmiş olan üretim tekniğini diğer bir deyişle bilgi sermayesini, (know-how) yitirecektir. Üstelik toprağının sahibi olan çiftçi cebine bir kuruş girmediği halde toprağını (sermayesini) tohum tröstlerine devretmiş olacaktır.
Etrafındaki tarlalarda GDO’lu ürün ekilen bir çiftçi, kendisi GDO’lu ürün ekmiyor olsa dahi, tozlaşma yoluyla gerçekleşen gen kaçması denilen genetik transferden ötürü tohumluk ayıramaz hale gelebilecektir.
Burada bazı okurlar haklı olarak, “ben domatesi daha ucuza yedikten üstelik çiftçinin cebine de para girmeye devam ettikten sonra sermayesinden kime ne” diyebilirler. Sözleşmeli çiftçiler kısa dönemde eskisinden daha çok para da kazanabilirler. Ancak GDO’lu ürünlerin uzun vadede nelere neden olacağı bilinmemektedir. Bugün çok verimli olduğu söylenen bir türün aradan on yıllar geçtikten sonra ne olacağını bilen hiç kimse yoktur. Bugün kar hırsıyla önüne geçen her şeyi ezen bir sel gibi akan bu tohumlar, normal üretim biçimini ve normal tohumları yok ettikten sonra ortaya çıkacak olan bir sorun, çok kısa sürede tarımsal üretimde kitlesel açlık tehlikelerine neden olabilecek bir mesele haline gelecektir.
Bu anlattıklarımız bazılarına kara ütopyalar gibi gelebilir. Onlara Türkiye’de 2001 krizinde canlı canlı gömülen piliçleri hatırlatmak isteriz. Adına “tavukçuluk” denildiği halde aslında “piliç taşeronluğu” olan bir sistem kurulmuştu ülkemizde. Yurtdışından gelen civcivler, yurtdışından gelen yemlerle beslenip 28 gün sonra “tavuk” oluyorlardı. Bu 28 gün boyunca onlara bakan kişilerin süreç hakkındaki bilgileri ithal piliçlere, ithal yemleri vermekten ibaretti. 2001 krizinde döviz bir anda aşırı değer kazanınca yem ithalatı durmak zorunda kaldı. Sözde tavuk çiftlikleri ellerindeki civcivlere 28 günün kalan kısmında bakıp, büyütme işini yapamadılar. İthal yem olmadığında yapacakları konusunda hiçbir bilgileri yoktu. Tavukları açtıkları çukurlara gömdüler. Kontrol etmek isteyenler için o günlerin gazetelerine ulaşmak çok kolay.  
Kitlesel açlık tehlikesinin doğması içim mutlaka genetik bir felaket olmasına da gerek yok. Kapitalistlerin kar hırsıyla yaptıkları bu hesapsız saldırılar savuşturulamazsa; finanssal bir kriz, tohum şirketinin bir fikri mülkiyet davasına konu olması, hatta büyük hissedarı öldükten sonra karısı, çocukları ve metresi ile çocukları arasında çıkacak bir anlaşmazlığın doğuracağı bir dava bile milyonlarca insanı açlıkla burun buruna getirebilecektir.

http://www.yarinlar.net/sayi-25-aralik-2009/gidada-donen-oyunlar-toprak-uretim-bandi-degildir.html

March 22, 2011 - Posted by | anti-kapitalizm, tarim gida GDO

No comments yet.

Leave a comment