ecotopianetwork

Uygarlığa Dair 7 Yalan – Ran Prieur (Çeviri: Emre Onat)

1. İlerleme. “İlerleme” yalanı onun sadece iyi ya da kaçınılmaz olduğu değil; onun (hep) var olduğu, bizim de onu her zaman düz bir çizgi şeklinde, tek yönlü, sürekli ve olumlu anlamdaki değişim olarak tecrübe ettiğimizdir. “İlermeyi” bu şekilde düşünebiliriz; çünkü kültürümüzün merkezinde yer alan bir yalandır ve her yerde onun yanılsamaları ve fantezileri bulunmaktadır: “Alt” sınıflardan “üst” sınıflara yükseldiğimiz bir eğitim sistemi var – ama bu yükselme gerçek değil, sadece bize anlatılan bir masal. Deneyim yerine kalıplaşmış hikâyeler, sezgi yerine akıl, çeşitlilik yerine tek tiplilik, bağımsızlık yerine kabullenme ve doğaçlama yerine tahmin edilebilirliği koyduğumuz bu değişim, egemen sisteme daha iyi uyum sağlamamız için. Ardından “alt” mevkilerden “üst” mevkilere yükselmemiz gereken ücretli çalışma sistemi gelir. Ama çok azımız bunu yapar ve her halükârda “üst” (mertebe) yalnızca egemen sistemin ilgimiz, değerlerimiz ve ruhlarımız üzerinde daha sıkı bir hakimiyete sahip olduğu anlamını taşır. Bunda sonra ise, değişimlerin, duygusal uzaklığımızı arttırırken dünya üzerindeki şiddetli dönüştürücü gücümüzü de arttırması, bizi uzmanlara daha da bağımlı kılması yahut Jerry Mander’in ruhsal akraba evliliği diye tabir ettiği bir süreç olan insanların yarattıkları şeylerle gitgide daha fazla kuşatılması gibi etkileri olduğunda “daha iyi” ilan edilen teknoloji tarihi gelir. Akraba evliliğimizin şimdiye kadarki en derin noktası, neredeyse hepsi ilerleme miti üzerine kurulmuş olan, sürekli artan güç hayaliyle kendi mutluluk hormonu seviyemizi ayarlamamız için bizi eğiten ve en sonunda böyle bir hikâyenin aslında nasıl biteceğini göstermek yerine bir “galibiyet” ile bizi uğurlayan bilgisayar oyunları dünyasıdır.

Gerçekte hiçbir şey mutlak surette “daha iyi” hale gelmez, sadece ilişkileri değişir. Farkındalık ve iş birliği yerine kopukluk ve tahakkümü koyan bu ilişki değişimi tersine çevrilebilir ama sürdürülemez. Sürekli değildir ama kendi kendini sınırlar. Olumlu değil yıkıcıdır.

2. Evrim. Dünyanın pek çok değişim geçirdiğine tezat oluşturacak bir fosil kaydı bulunmaz. Buradaki yalan, “ilerleme” mitinin bu değişimlere dayandırılması ve bunların basit bir düz çizgide, tek yönde ve her zaman “daha iyiye” gittiklerinin ilan edilmesidir. Bu, kolektif cinnetimizin kendini haklı çıkarmak için kendi maskesini biyolojik dünyaya geçirdiği dolambaçlı bir çıkarımdır. Aslında biyolojik değişimler “ilerleme” yalanının aksine her yönde gerçekleşir: azalan ve artan popülasyonlar, büyüyen ya da küçülen organizmalar ve sudan karaya karadan da suya geçişler. Türlerin çevrelerine daha iyi uyum sağlamaları ve felaketler yaşanmadığı sürece yaşamın bütünlüğünün daha çeşitli ve karmaşık hale gelmesi dışında hiçbir şey “daha iyi” olmaz. Ancak her şekilde uygar insan tersini yapmıştır! Dünyaya uyum sağlamıyor kendimize uyması için onu bozuyoruz. Hatta dar görüşlü kültürel fantezilerimize uyabilmek adına kendimizi bozuyoruz. Türleri yok oluşa sürükleyerek ve insan topluluklarını yok ederek ya da tek tipte küresel bir kültüre asimile ederek çeşitlilik ve karmaşıklığı arttırmak yerine azaltıyoruz. Bu yüzden Dünya’nın biyolojik tarihine ne ad verirseniz verin uygarlık bunun bir uzantısı değil bunun reddidir; bir felakettir.

3. Her şey doğaldır. Neyse ki pek çok insan bunun aptalca bir sözde-felsefi avuntu olduğunun farkında ama yine de buna değinmek istiyorum. Bu sav, “doğal”ın her şeyi içine alacak şekilde, ben yaptım olduculukla yeniden tanımlanmasına bağlı olan anlamsal bir çarpıtmaya dayanıyor. “Uygarlık doğaldır çünkü insanlar hayvandır”, “Zehirli atık doğaldır çünkü yeryüzünden gelen maddelerden elde edilmektedir” vb. vb. Gerçek insanlar “doğal” kelimesini bu şekilde kullanmaz. Belki bu sopayı alıp kafanıza geçirmem “doğal”dır, ama bunu yapmamamı yeğlersiniz ve dolayısıyla bu tercihinizi belirtmek ve savunmak için “cinayet” gibi kelimeler tanımlarsınız. Aynı şekilde, insanlar da plastik ağaçlar yerine canlı ağaçlar, otoparklar yerine çayırlar, dioksinli nehirler yerine içilebilir suyu olan nehirleri tercih ettiklerini belirtmek ve savunmak için “doğal”ı tanımlar. “Doğal”ın gerçek anlamı budur ve eğer kanserden ölmek ya da yeryüzünü zehirli bir çöle çevirmek istemiyorsak doğal ile doğal olmayanı dilbilimsel olarak birbirinden ayırmak ve her gün pek çok defa doğal olanı seçmek gibi bir sorumluluğumuz bulunuyor.

Eğer daha dar bir tanım isterseniz; doğal, doğa ile ortak yaşam içinde olmak demektir. Doğa, yeryüzündeki ortak yaşam bütünlüğü ve ortak yaşam ise karşılıklı olarak birbirine ve bütüne faydalı olan, daha faydalı olanın öncelikli olduğu biçimlerde ilişkili olmak anlamına gelir. “Faydalı”nın tanımlanması fakirleşmiş dilimizin sınırlarını zorlar, ama tanım için otonom ve çeşitli canlılığın üretilmesi diyeceğim. Eğer canlılığın ne anlama geldiğini bilmiyorsanız, daha derinlemesine düşünün.

4. Teknoloji tarafsızdır.
 Uygarlığa dair yalanlar arasında en sinsi, çürütülmesi en güç olanı ve insanların anlayışını en fazla bozan budur. Öyle büyük bir yalan ve kendi içinde öyle tutarlıdır ki anlaşılması ve açığa çıkması oldukça zordur. Açığa çıkması basit bir iddianın öğrenilmesine değil, farklı ve daha karmaşık bütünlüklü bir düşünme tarzının öğrenilmesine bağlıdır.

Bu yalanın genellikle iç içe geçen iki biçimi vardır. Teknolojiyi üstü örtülü şekilde modern endüstriyel teknoloji olarak tanımlayan birincisine göre, teknoloji bir bütün olarak tarafsızdır. İkincisi ise her bir teknoloji öğesinin tarafsız olduğunu söyler. Benim stratejim ikincisine saldırmak ve hiçbir özel teknolojinin tarafsız olmadığını, her türlü teknik, teknoloji ve aracın kendi amaç ve ilişkiler silsilesine sahip olduğunu ortaya koyarak ilkinin aptalca olduğunu göstermek. Öncelikle, bu yalanın tuhaf olan “tarafsız” tanımını ortaya koymak istiyorum: Bir şeyin nasıl hem iyi hem de kötü işler yapabildiğini anlatabiliyorsan o tarafsızdır. Bu tanımı gerçek hayatta hiç kullanıyor muyuz? Bir seri katil için kadınlara tecavüz etmesi ve öldürmesinin yanı sıra vergilerini ödediği ve bazen insanlara iyi davrandığı için “tarafsız” der miyiz? Eğer bir fabrikayı nasıl sabote edebileceğinizi öğrenmek için gün boyu orada çalışıyor ve gece sabote ediyorsanız; önce yardım ettiğiniz ama sonra fabrikaya zarar verdiğiniz için “tarafsız” mısınız? Eğer benim ülkem birbirleriyle savaşta olan iki ülkeye birden silah satıyor ve böylece birbirlerini yok ettiklerinde kendisi en üstte yer alıyorsa bunu tarafsızlık sayabilir miyiz? Elbette hayır! Ama bunlar insanların teknolojinin tarafsız olduğunu iddia ederken kullandıkları aynı saçma argümanlar: Televizyon tarafsız çünkü bir yandan bizi merkezi kontrole bağlı tek tip bir kültürün pasif tüketicileri haline getirirken diğer taraftan faydalı bilgiler iletiyor. Barajlar tarafsız çünkü ekosistemleri parçalayıp balıkların göç yollarını engelliyor ama aynı zamanda elektrik de üretiyor. Atom bombaları bile onlarla iyi şeyler yapıldığına dair uydurma hikâyeleri düşünürseniz tarafsız olabilir.

Kandırmacanın sonraki aşaması ise önemli olanın bir teknolojiyi “nasıl kullandığımız” olduğunu söylemektir. Örneğin, arabalar tarafsızdır, çünkü/dolayısıyla bir arabayı bir yerden bir yere gitmek için ya da birini kasten ezmek için kullanabilirsiniz. Ama Jacques Ellul’un işaret ettiği üzere ikincisi bir kullanım şekli değildir; bir suçtur. Buna kullanım demek, değerlendirme perspektifimizi arabaların normal kullanımı ve suç arasındaki yapay boşluğa yerleştirerek bizi kandırır. Gerçekte ait olduğu yer, tam da arabaların normal kullanımındaki en uç yanlılıktır. Arabaların üretimi ve yakıtla doldurulması için “kaynakların” sömürüsünü, yerli hakların sömürülmesi ya da katledilmesini ve zehirlerin salınımını, hatta milyonlarca ölüme neden olan ve zehir sızıntısına yol açan kazaları göz ardı eder ve arabalara sadece tüketim araçları olarak bakarsak, bunlara içkin sıkıntı yaratan etkiler bulabiliriz: Arabalar bizi bir yerden bir yere daha hızlı götürerek fiziksel çevremizle aramıza mesafe sokar ve bu mesafenin içindeki boşluk caddeler ve park alanlarıyla doldurulur. Toprağı öldüren kaldırımlar, şehrin yayılması ve yol kenarı alışveriş merkezleri otomobil teknolojisine aittir. Ayrıca bazı karmaşık nedenlere bağlı olarak belirli düşük eşiklerin ötesindeki hızlar aslında gidiş-geliş süresini arttırır. Bu mesafe bir kez yaratıldığında her şey için arabaya ihtiyacınız olur. Ivan Illich tarafından ortaya atılan bir konuyu şöyle abartabiliriz: Eğer Los Angeles’ta yaşıyorsanız, bacaklarınızı kestirebilirsiniz. Arabaları hayatımızdan çıkardığımızda otobanlarda günde 65 kilometre yürümeye çalışmayız – kaldırım taşlarını söküp kendi topluluğumuzu inşa ederiz ve böylece ihtiyacımız olan her şey yürüme mesafesinde olur. Bir yere gidip gelmek için daha az zaman harcarız, arabalara sarf ettiğimiz tüm zaman ve enerji bize kalır ve kendi bacaklarımızı kullanabilmemizden kaynaklanacak otonomiyi geri kazanmış oluruz.

Daha iyi ilişkilere de sahip oluruz. Arabalar bizi her şeyin yanından hızla geçirdikleri ve içlerine hapsettikleri için etrafımızdaki gerçeklikten, diğer insanlardan ve doğadan izole ediliyoruz. Güçlü yakın ilişkileri uzak zayıf ilişkilerle değiştirmemize olanak sağlıyorlar. Onlar olmadan tam önümüzde duranlarla doğrudan ve sıklıkla temasa geçer; komşularımızı ve toprağımızı tanırız.

Benzer kanıtları bilgisayarlar, televizyon, elektrik hatta yazı dili için de öne sürebilirdim. Ama üzerinde durmaya çalıştığım nokta tüm teknoloji kategorilerini reddetmek değil, “kullanım”dan bağımsız olarak teknolojilerin içerisindeki ittifak ve motivasyonları görmeyi öğrenmek ve onları bu anlayış temelinde kabul ya da reddetme deneyimi kazanmak.

“Kullanım” kelimesinin alışılageldik tanımı tartışılabilir olanı kendi başına kurnazca sınırlayan bir dil oyunudur. Bu tanımın sadece tüketicilerin kullanımını içerdiğini ama herhangi bir şeyi herhangi bir şekilde kullanmalarına üstü kapalı şekilde izin verilen mühendisleri içermediğine dikkat edin. Otomobil bir teknoloji midir, yoksa içten yanmalı motorun bir kullanım şekli midir? İçten yanmalı motor bir teknoloji midir, yoksa ateşin bir kullanım şekli midir? Bazı kâdim toplumlar tekerlek teknolojisini yalnızca çömlek yapımında kullanıyorlardı. Biz de böyle yapsak! “Hayır, hayır, araba bir teknolojidir ve kullanımı arabayı sürdüğüm yerdedir. Sorgulamanıza izin verilen tek şey bu.”

Bu tartışmayı sürdürürseniz, er ya da geç şöyle bir şeyler duyacaksınız: “Arabalar benzin yerine elektrikli olabilir” ya da “Nükleer enerji yerine güneş enerjisi kullanabiliriz”. O zaman bir teknoloji yerine bir başkasını seçtiklerini ve onların da en başından beri teknolojilerin tarafsız olmadıklarını bildiklerine işaret edebilirsiniz.

5. Geri dönemeyiz. Yukarıdakiler gibi bu da dini bir doktrindir – ama insanları “geri” gidebilmiş kâdim uygarlıkların kalıntıları ve tarih boyunca sistemin dışına çıkıp doğaya yaklaşabilmiş şanslı ya da istisnai bireyler tarafından net bir şekilde çürütülmüştür. Ancak bir bakıma doğrudur: sömürücü toplumların geri vitesleri yoktur; kaza yapana kadar hızlanmaya devam ederler. Bu konuda düşünmekten kaçınmak için kendimize bir sonraki yalanı söyleyebiliriz:

6. Ya hep ya hiç gelecek.
 Bu hikâyeye göre sadece iki olasılık vardır: kesintisiz endüstriyel uygarlık ya da dünyanın topyekûn sonu. Kesintisiz uygarlaşma genel olarak ilişkilerin tahakküm ve kendi içine çekmeye dönüştürülerek kesintisiz olarak kullanımı anlamına gelir. Teknoloji severler için bunun anlamı diğer gezegenlerde madencilik yapılması ya da daha derin sanal gerçeklik olabilir. Liberaller için ise refah içindeki bir ülkenin 20. yüzyılın sonundaki üst-orta sınıf hayatının idealleştirilmiş bir sürümünü alıp tüm dünyaya yaymak ve mekanik merkezi kontrolle sonsuza kadar orada kalmak anlamına gelebilir. Bizim uygarlığımızın başarısız olduğunu varsayarsak – gözlerinizi kapatın! Başarısızlıktan kaçınmak için ne yapmak “zorunda” olduğumuzdan bahsedebileceğimiz, korkunç ve kesin bir bilinçsizlik dışında ortada hiçbir şey yok. İnsanlar bunu “eğer sera gazı salımlarını on yıl içinde yüzde 50 azaltmazsak çok geç olacak” türünden çıldırtıcı muğlak ifadelerle dile getiriyor. Ne için çok geç?

Önerilen reformların hem politik bakımdan imkânsız hem de yetersiz olması, uygarlığımızın rayından çıkmış ve rayına oturmadıkça yavaşlamayacak bir tren olması ve asıl geleceğin bakmamıza izin verilmeyen bölgenin derinlerinde olacağı apaçık bir gerçektir. İnsan dahil mevcut türlerin yüzde 95’inin yok olması düşünülemez bir korku senaryosu değil, açıkça öngörebileceğimiz belli bir olasılıktır. Daha ılımlı bir olasılık yarı ölü bir dünyada birkaç insanın hayatta kaldığı Road Warrior senaryosudur. Bundan daha ılımlısı Avrupa’da Roma’nın çöküşünün ardından gelen ve adına “karanlık” çağ denilen duruma benzer bir politik adem-i merkeziyet ve ekolojik toparlanma durumu olabilir. Söylemek istediğim bunu etkileyebileceğimiz! Hayallerimiz ve eylemlerimiz ne tür bir dünyaya gideceğimizi etkileyebilir ama büyük ihtimalle alışık olduğumuz dünyayı devam ettiremez.

Yangınlarda tüm binayı kurtarmaya çalışmaktan vazgeçtiğiniz ve sadece kurtarabileceğiniz kadarını kurtarmaya çalıştığınız bir an gelir. Ya hep ya hiç yalanının amacı bu zihinsel kaymayı önlemek ve dikkatimizi bildiğimiz haliyle dünyayı korumaya çalışmaya ya da tamamen vazgeçmeye kanalize edilmiş halde tutmaktır. Eğer kökten farklı dünyaların mümkün olduğunu ve bunlardan bazılarının gerçekten hayata geçirilebileceğini anlar, hayal etmeye ve endüstriyel uygarlığın canlı rakiplerini inşa etmeye başlarsak “ekonomiye” ve özellikle de egolarını mevcut kültürle donatmış olan insanların duygularına zarar vermiş olacağız. Egolarını korudukları bir başka yol ise sıradaki yalan:

7. Uygarlık bir kez meydana gelir. Bu tuhaf fikir de yukarıdakilere benzemektedir ama ortaya koyduğu önyargı uygar sistemler dışındakiler için değil diğer tüm uygarlıklar için de geçerlidir. Uygarlık yanlısı bunun uzayı sömürgeleştirmek ya da adına ne derseniz onun için biricik şansımız olduğunu söyler. Uygarlık karşıtı ise mevcut uygarlığı devirebilirsek uygarlığa benzer bir şeyin bir daha asla var olmayacağını ileri sürer. İnsan bilincinin gelecekteki dönüşümü hakkında benim bilmediğim bir şeyi bilmeden, insanların böyle bir düşünceye nereden ulaştıklarını anlamıyorum. Genel anlamıyla uygarlık gürültü ilerleyişini sürdürürken belirli uygarlıkların çökmesi tarihin acı bir dersidir. Uygarlığı en genel ifadesiyle tahakkümcü bilinç ile sömürüye olanak veren tekniklerin verdiğinden fazlasını sistematik olarak alan bir toplum yaratan ittifakı olarak tanımlıyorum. Evet, petrol tükenecek; ama uygarlıklar binlerce yıldır petrol olmadan ortaya çıkıyor ve çöküyor. Bunun devam etmemesi için bir neden göremiyorum. Genel yapı hiçbir şey üzerinden olmasa bile eğer gerekirse kölelerin kas gücü ve evcilleştirilmiş hayvanlar üzerinden işleyebilir. Etrafa saçılmış metal ve donanımı, çağımızın avare alışkanlıklarını ve eldeki teknik bilgileri bir araya topladığınızda tamamen yok olacağımız ya da oldukça farklı bir şeye dönüşeceğimiz ana kadar – ister kabul edeceğimiz ister direneceğimiz – uygarlıkların var olması kaçınılmaz görünüyor.

Çeviri: Emre Onat
CinnetModern Çeviri Grubu

December 19, 2010 - Posted by | anti-otoriter / anarşizan, ekolojist akımlar, sistem karsitligi, somuru / tahakkum

No comments yet.

Leave a comment